29 Aralık 2010 Çarşamba

yılbaşı filmleri

bi önceki yazımda bahsettiğim üzere bir yılbaşına modundayım hala :) bu akşam eve gidip güzel bir yılbaşı filmi seyredesim var. Tavsiyesi olan var mı?

Benim aklıma ilk gelen Love Actually oldu :) pek de severim o filmi :)

17 Aralık 2010 Cuma

Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl herkese kutlu olsun


Yılbaşı gelliyorrrrrrrrrrrr :)))) bugün nedense pek bir yılbaşı moduna girdim, yarın alışveriş yapacağım belki onun etkisidir :)
Bu sene yılbaşı planları kasım sonu gibi başladı ama ben kaç senedir evde yaptığımız 150-200 kişilik partilerden bir tanesini daha kaldıramayacağımı söyleyerek rest çekince, evde parti yapmak yerine İzmir'e gideceğiz çok sevdiğimiz arkadaşlarımızın yanına, onun için de ayrı heyecanlıyım.
Hediye için kafamda bir sürü fikir var ama bir o kadar da bilmiyorum ne alacağımı, artık bazı şeylere yarın görünce karar vereceğim :)
Siz de heyecanlı mısınız yılbaşı için :)))))))))

10 Kasım 2010 Çarşamba

toplantı halleri

2 gün önce raporlara gömülmüş öğle yemeğine çıkamamıştım, sonuçta yasak olmasına rağmen yemeğimi şirkete sipariş ettim ama yemeğim gelmeden toplantıya girmem gerekti, kartımı kızlara emanet edip kendimi Cognos Raporlarının büyülü dünyasını paylaşacağımız toplantıya attım. Tek tesellim Sıla ve Kübra nın da aynı dünyada bana eşlik edecek olmalarıydı ama ben toplantıya en son girince doğal olarak onlarla oturamadım ve 3 ümüz içinde işkence dolu birkaç saat böylece başladı. 
O kadar teknik konulardan bahsediliyordu ki gözlerimi açık tutma çalışmalarım tamamen faydasızdı, hem konuların sıkıcılığından hem de açlıktan artık gözlerim kararmaya başlamıştı ki birim yöneticilerinin birdenbire yükselen sesleri beni kendime getirdi, bir an kulak kesildim uyanmam için bana mı sesleniyorlar diye ama hemen farkettim ki dertleri birbirlerine üstünlük kurmakmış, raporların eski yöneticisi ve yeni yöneticisi çocuk gibi sen bunu yaptın aslında ben bunu demiştim gibi bir tartışma içindeler. Bunu farkeden "Genel Müdürümüz" Mehmet bey hemen olaya müdahale etti ve aaaa susun bakiyim, insanların içinde kavga edilmez ayıptır, alırım sizi ayağımın altında der gibi bir bakış atarak bunlar bu toplantının konusu diil gibi bir cümle ile olayı kapattı.
Yaklaşık 10 dakika daha devam eden bu işkencenin sonunda Mehmet bey bu toplantıya Pınar ve benim dahil olmamızın gereksiz olduğuna karar verip bizi azat etti, allahım yemeğime kavuşacağım diye düşünerek Sıla ve Kübranın özgürlüğümü elde etmemle ilgili kıskanç bakışlarına aldırmamaya çalışarak kendimi dışarı attım. İçimden William Wallace gibi "FREEDOM" diye bağırmak geldi ama açık ofis ortamında çok hoş karşılanmayacağını düşünerek tuttum kendimi. 
Allahım ne zaman bir toplantıdan çıktığımda evet ya bak bu da çok verimli geçti diyebileceğim, öyle bir dünya var mı ?????

multinet

Geçen ay ortasında şirketimizin sağladığı muhteşem bir olanak olan - belki de tek olanak- Multinet kartımı kaybettim, allahım deli danalar gibi 3 gün arandım, kendime itiraf edemedim kaybettiğimi. Ama sonunda acı gerçekle yüzleştim, o ay daha içinde bi sürü para olan kartım kaybolmuştu be ben yenisi gelene kadar cebimden vermek zorundaydım yemek paralarını, ki yenisinin gelmesi de 15 günü bulur demişlerdi.
Eeeeee hergün kart ile onu da yiyelim, bunu da sipariş edelim diye bol keseden saçarken, bir anda aslında çok da aç diilim ben bi çorbayla geçiştireyim yemeği durumuna gelmiştim, Sıla ve Kübra halime acıyarak yemek ısmarladılar bana birkaç gün, ben de boynum bükük kabul ettim hatta içimden onlara "Size anne diyebilir miyim?" gibi cümleler kurmak geçti.
Neyse bu sancılı 15 günü atlattım ve yeni kartıma kavuştum, hatta içinde mevcut olan bakiyesi ile geldi, üstüne de yeni ayın parası eklenince ohhhhh değmeyin keyfime, bir anda Multinet zengini oldum, tabi eski havama geri kavuştum böylece, dedim nereye isterseniz gidelim artık, kanyon bile deseniz vız gelir tırıs gider.
Ama dün gene ufak bir kriz geçirdim allahım kartımı kaybettim diye, sonra Kübranın aklına geldi de "dün giydiğin ceketin cebinde olabilir mi acaba" dedi. Akşam koşa koşa gidip ceketimin cebine baktım, evet bir adet çakmak ile beraber kuzu kuzu bekliyordu beni orada.
Yok yok bu iş böyle olmayacak, ben en iyisi kartıma bir delik açıp boynuma takayım onu, yoksa bu dalgınlıkla  gene bi yerlerde bırakacağım, bir daha da kendisinden haber alınamayacak.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Retired and Extremely Dangerous




Bruce Willis, Morgan Freeman, Hellen Mirren ve John Malkovich'in oynadığı süper eğlenceli bir film. Uzun zamandır seyrettiğim en iyi filmlerden biriydi diyebilirim, aksiyon ve komediyi çok güzel harmanlamışlar, özellikle John Malkovich muhteşem bir karakter yaratmış ve oynamış :)) Kesinlikle izlemeli hatta arşivinize katmalısınız.
Konusuna gelince; Frank Mosses (Bruce Willis) zamanında CIA'in en iyi ajanlarından biridir, emekliye ayrılıp sakin bir hayat sürerken kendisini öldürmeye çalışan adamlar çıkar karşısına, bir şekilde kendisi gibi 3 arkadaşının daha hedef olduğunu öğrenir ve hep beraber olayı çözmek için harekete geçerler. Fragmanı için buyrun

14 Ekim 2010 Perşembe

Şimdi reklamlar....

Sinirimi bozan reklamlar var bu ara etrafta, özellikle bu 118 80 denen bilinmeyen numaralar reklamı. allahımmmmm bu reklamı hazırlayan bir reklamcı var, onu onaylayan ve müşteriye sunan bir patronu var ve en fenası bunu beğenip yapımına izin veren bir şirket var. Bu kadar itici bir reklam seyretmeyeli çok olmuştu.
Helin Avşar'ın baştan yaratılmış suratı ile 15 yaşında ergen kız çığlıkları attığı "en iyi ped molped"
Rüstü Rençber'in Sörf reklamları vardı: " gool yemem, Sörf! tabi ki yerim..."
Metro reklamı: "Merve naptın sen? ben yapmadım o yaptı hihihihi"
Nazo reklamı: "Var mı Nazo gibisiiiiii"
Adını bile hatırlamadığım bir reklam vardı, digiturk te çok çıkıyordu, saçma sapan bir cips reklamı, sokaktan geçen iki tane tipi alıp burda durun demişler, kız saçını başını savurup saçma bi şarkı söylüyo çocuk hayran kalıyo falan. ayyyyyyyyyy
ahahahah en komiği Calgon reklamları, yıllardır aynı reklam, hiçbir yaratıcılık yok. aynı şekilde şampuan reklamları :))
Bir de Perwoll du galiba markanın adı, kadın bir gösteri de dansçının siyah t-shirt ünü beğeniyo, yanında oturan kadın aaa perwoll le yıkandı deyip koca şişeyi çıkartıyo çantasından, yuhhhhhhhhhhh Ayşe Teyze bile daha mantıklıydı :)))
Türk "ünlülerinin" kullanıldığı Pepsi reklamları :))
vs vs vs ...

sizin aklınıza gelen başka var mı???

Film Ekimi



Filmler açıklandığında seçtiğimiz birsürü film vardı ama malesef sadece 2 tanesine bilet bulabilmiştik ki dün gece "New York I Love You" ya ek seans koyduklarını gördük, pek bi sevinerek aldık biletlerimizi ama cuma gecesi 12 seansına :) bakalım nasıl gidicez :))

Pazar günü "Jack'in Kayık Gezintisi"ne gittik. komplike veya muhteşem bir film diildi, aksine fazlasıyla durağandı ama bi şekilde kaptırıyosunuz filme fakat sonunda hiçbişey olmadan bitiyor. Filmdeki başrol oyuncusu kadının depresyonu sizin de moralinizi bozuyor, bi de adamın (ki Philip Seymour Hoffman tarafından oynanıyor başrol, kendisi aynı zamanda filmin yönetmeni) kadının o haline rağmen ufacık bir sözü ile aylarca ona yemek hazırlamak için ders alması ya da yazın onu kayıkla gezdirmek için bütün kışı yüzme derslerinde geçirmesi garip geliyor, demek ki adam da o kadar muhtaç gibi bir his yarattı bende :)) tamam yüzeysel bir düşünce olabilir ama ben de çok derin bir insan olduğumu iddia etmiyorum zaten :))










Dün akşam da "Tehlikeli Yol" a gittik. aslında konusu güzeldi filmin, Irak savaşı hakkında, orda bulunan askerlerin sonraki yaşamları hakkında ama savaşı, enkazları, cesetleri gösterdikçe kendimi çok kötü hissettim. Orada ciddi bir savaş var ve biz bunu rahat rahat seyrediyoruz :(( Herneyse, filmde herhalde 1500 defa falan f*ck dediler :) her kelimenin balında küfür eklemişler, biraz abartmışlar gibi geldi bana, hele de f*ck ile cümleye başlayıp please ile bitirdikleri birkaç replik vardı ki beni benden aldı :)) İngilizler gene kibarlığı elden bırakmamışlar yani :)) Biraz uzun olduğu için baymakla beraber genel olarak beğendiğim bir filmdi.



















Dün gece Atlas'ın önünde film saatini beklerken bir anda gözümüze "New York I Love You" için ek seans koydukları yazısı çarptı, pek umudumuz olmadan gişeye yaklaşıp sorduk yer var mı diye, devamını yazının girişinde yazmıştım zaten :))) Bakalım sonrasında o film ile ilgili düşüncelerimi de paylaşırım :))



Çok istememe rağmen bilet bulamadığımdan gidemediğim bir kaç film var, ee artık onları da dvd den takip edicez :)) Somewhere, Carlos, Herşey Güzel Olacak, Mamut, Hırsız, Aslı Gibidir, Şeytanı Gördüm, Aşka Fırsat Ver (La Boum'un olgun yaş versiyonu gibi geldi bana - Sophie Marceau muhteşemmmm) ve Montpensier Prensesi :) gidemedim ama bari görsellerini paylaşiyim dedim :) giden varsa yorumlarınızı da yazarsanız sevinirim.


6 Ekim 2010 Çarşamba

Future of dating


ikisine de bayıldım :))) elimizde böyle bir teknoloji olsaydı keşke, çok daha az yanılırdık :)))))))

5 Ekim 2010 Salı

tatil planları

yuppppppiiiiiiiii 9 gün tatil planlarına başlayabildik nihayet :))))
sanırım yıllardır gitmek için ölüp bittiğim İskenderiye-Kahire turunu bu sefer gerçekleştirebileceğiz :)))
gerçi ben bu bayramda bir Avrupa şehrinin sokaklarında kaybolmayı istemiştim ama olsun söz konusu piramitler olunca Avrupa biraz daha bekleyebilir :))))

27 Eylül 2010 Pazartesi

Açıkhavada Şebnem Ferah keyfi


Cuma gecesi ani bir karar verip, cumartesi gecesi Açıkhavada Şebnem Ferah'ın akustik konserine gittik. Birşey söylemeye gerek yok aslında, muhteşemmmmmm bir konserdi, o kadar özlemişim ki Şebo'yu sahnede izlemeyi, resmen doyamadım.

Benim için konserin bir önemi de 6 yaşındaki yeğenimin ilk konser deneyimi olmasıydı :)) kendisi sıkı bir Şebnem Ferah hayranıdır, birçok şarkıya bağırarak ve kafa sallayarak eşlik etmesi gerçekten görülmeye değerdi, itiraf ediyorum konserin bir kısmında Şebnem'i bırakıp yeğenimi izledim :)) saat 11 gibi uykusu geldiği halde konser bitmeden gitmeyi reddetti,sonuna kadar babasının kucağında yarı uyur vaziyette konseri seyretti, ama gecenin en can alıcı anı annesine dönüp "bu kadar bağırmaya Şebnem'in sesi kısılmıyor mu anne?" diye sormasıydı sanırım :))) Yeğenimin aldığı keyfi gördükten sonra kesin karar verdim, 2. favorisi olan Emre Aydın konserine gitme vakti gelmiş artık, son olarak da çok istediği Fenerbahçe maçına gideceğiz beraber inşallah :))


Konser Fırtına ile başladı, Çakıl Taşları, Sigara, Eski, Vazgeçtim Dünyadan, Can Kırıkları gibi eski yeni birçok muhteşem şarkı ile devam etti, son şarkı olarak da benim en favorim olan Bu Aşk Fazla Sana'yı söylemesi benim için mükemmel olmasına yetti gecenin :))) Normalde kullandığı dekordan daha farklı birkaç unsur vardı, akustik olmasının etkisiyle neredeyse orkestranın tamamı oturarak, sakin bir görünüm içindeydi, tepeden sallanan avizeler ve de kocaman bir koltuk vardı sahnede Şebnem için, ayrıca bana sorarsanız çokkk da güzel olmuştu kıyafeti saçı makyajı. Konser boyunca hiç ara vermedi, sıcaklayınca saçlarını öylesine bir toka ile topladı ve bütün samimiyeti ile devam etti. Şarkıları söylerken ve çalarken kendisinin ve orkestrasının keyif aldığı o kadar belliydi ki sanırım o enerji herkesi etkiledi. Harbiye Açık Hava da merdivenler dahil oturacak yer yoktu ve herkes istisnasız bütün şarkılara eşlik ediyordu, Şebnem sustuğunda seyirciden çıkan ses o kadar güzeldi ki birkaç kez benim bile tüylerim diken diken oldu, bir sanatçı için ne kadar güzel bir an olduğunu düşündürdü bana.

Bir ara demokratikleşme ile ilgili söyledikleriyle kendi rengini de belli etti ve bir kere daha kendisine hayran olmamı sağladı, çünkü herkesi korku ile bastırmaya çalıştıkları böyle bir dönemde duruşunu belli eden insanlara bayılıyorum.


Her neyse sonuçta benim için unutulmaz gecelerden birisi oldu cumartesi gecesi, hatta dünden beri de devamlı Şebo şarkıları dinliyorum, sanırım yakınlarda bir konseri daha olup olmadığını kovalayacağım :)))

23 Eylül 2010 Perşembe

Koşan tırtıl


Canım arkadaşım Kübra yeni doğan bebeklere hediye yapmak gibi bir yan iş oluşturmuştu kafasında bir süredir. İlk siparişi de benden olmuştu, en yeni bebişimize çok şeker bir sepet hazırlamıştı, gördüğüm en tatlı sepetlerden birinin içine el emeği örülmüş patikler ve badem şekerleri :)) nasıl da güzeldiler, nasıl da beğenildiler :))

Neyse bizim kız kendini baya bi kaptırdı, işleri de büyüttü :)) bakmak isterseniz http://kosantirtil.blogspot.com/ adresinden kendisinin ürünlerine ulaşabilirsiniz. Şimdilik fazla bir ürün gözükmüyor çünkü bizimki henüz resimlerini çekemedi ama siz takipte kalın, pişman olmayacaksınız :))

13 Eylül 2010 Pazartesi

Sunday Bloody Sunday



Açıkcası referandum da "Hayır" çıkması çok da beklediğim bir sonuç değildi ama işte hala içimizde bir umut vardı, belki Türk milleti bu sefer akp-chp kavgası olarak düşünmez bu durumu ve sağduyusuna güvenerek oy kullanır diye, malesef olmadı, gene olmadı, olamadı.
12 Eylül anayasasını değiştirecez sloganı ile yola çıkıldı ama artık elimizde olan birçok özgürlüğü de kendi elimizle vermemizden kaynaklı olarak daha baskıcı bir anayasaya sahip olduk, buyrun hayrını görün dediler, biz de göreceğiz.
Tatillerini yarıda kesmeyip oy kullanmaya gelmeyen insanlar oldu, ama açıkcası ana muhalefet lideri ve oğlu bile oy kullanmadıktan sonra tatildekilere edecek lafım kalmadı, demek ki insanlar lafta konuştukları kadar aldırış etmiyorlar ülkenin geleceğinin karanlık olmasına.
Dün gece Türkiye-Amerika maçı sonrasında yapılan madalya töreninde ülkenin cumhurbaşkanı ve başbakanı yuhalandı, açıkcası sinirime birazcık iyi geldi desem yalan olmaz, ama malesef bu yuhalanma ve ıslıklanmaya aldırmayacak kadar pişkin oldukları için hiç dert ettiklerini sanmam, gene biz çalar biz dinleriz durumumuz var yani.
Önümüzdeki günlerin neler getireceğini göreceğiz ama malesef bir kere daha belli oldu ki halkımız cehaletinin sonuçlarına katlanmak zorunda kalacak

9 Ağustos 2010 Pazartesi

SESİMİ ÖPMEYE ÇALIŞIYORDU OĞLUM

SESİMİ ÖPMEYE ÇALIŞIYORDU OĞLUM 

Siz hiç sevdiklerinize koşarken cama çarptınız mı?  Silivri’dekiler, ayda üç kez çarpıyor. 

Ben ayda üç kez çarpıyorum.  Bir ayın üç haftasında kapalı görüş, birhaftasında açık görüş var.  Kapalı görüş şöyle:  Duvarın üç karışa dört karışlık bölümüne cam yerleştirmişler. Etrafını da demirle çerçevelemişler. Camın iki tarafına birer telefon ahizesi koymuşlar.  Görüş günü cama koşuyorsunuz. Karşıya ses geçmediği için ilk karşılaşmada elleri havaya kaldırıp sevincinizi ifade ediyorsunuz.  Elinizi sevdiğinizin kollarına uzatır gibi ahizeye uzanıyorsunuz. Ve sesini duyuyorsunuz. Elbet söylemeye gerek yok; ses kaydediliyor. Yönetim bunu size verdiği iç kurallar listesinde açıkça duyuruyor.

Kızım her şeyi sağlıklı algılıyor; beklediğimden sağduyulu hareket ediyor. Çok şükür!..  Oğlum 2 yaşına girdikten sonra geçen mayıstan beri karşısındaki benle, telefondaki beni birleştirdi. Önceleri camın kıyısında pencere açma kolu arıyor, bulamayınca sinirleniyordu. Artık burada görüşmenin böyle olduğunu kabul etti.  Haziran görüşlerinden birinde bütün sevimliliği üzerindeydi. Telefonu kulağına götürdüğünde annesinden öğrendiğim şeyleri sıralamaya başladım:  “Topu çok mu severmiş benim oğlum... Çimlerde yuvarlanmaya bayılır mıymış benim oğlum...”  Sesimi dinlerken ahizeyi bir buket gibi tuttu, bana baktı...  Konuşmaya devam ediyordum.  Ağzını sonuna kadar açtı, telefona yöneldi.  Sesimi öpmeye çalışıyordu!  Burun direği sızlamasının çok tarifi yapılabilir; biri de bu olsun.

Ataol Behramoğlu 12 Eylül döneminde hapis yatan şairimiz, yazarımız. “50 yıldan 100 şiirine” yer verdiği Beyaz, İpek Gibi Yağdı Kar kitabında, Maltepe Askeri Cezaevi’nde yazdığı şiirler de var. İşte biri:  “Çocuğumla demir parmaklık konuldu aramıza/ İki buçuk yaşındaki çocuğumla/ Ulaşmak istedi bana çocuğum/ Kafese çarpan bir kuş duygusuyla/ Çocuğumla tel örgüler konuldu aramıza/ Kalın tel örgüler iki sıra/ ‘Saklanma baba’ dedi çocuğum/ Sitemle. Çırpınan bir bakışla/. Çocuğumla bir uçurum konuldu aramıza/ Sevinci nefretten kesin çizgilerle ayıran uçurum/ ve ben aptal gibi-hâlâ/ ‘Bu denli kötü olunamaz’ diye düşünüyorum...”  Behramoğlu’nun 1982’de yazdığı bu şiirden 28 yıl sonra Silivri...  Tel örgülerin yerini cam kırıkları aldı!  Onlar hiç değilse seslerini doğrudan ulaştırıyormuş. Biz ise telle...  Tel örgüden beter bir telefon teliyle!  Biri ötekine tercih edilir gibi değil... 

Bir kişiyi tutukladığınızda aslında bir aileyi tutuklamış oluyorsunuz. Ve sevenlerini...  Ben şanslı olanlardanım, ailem Ankara’dan haftada bir gelebiliyor.  Anadolu’nun değişik kentlerinden buraya getirilen, ailesiyle çok daha seyrek görüşebilenler var.  Çağdaş hukuk, 100 kişiden 99’unun suç işlediği kesin ama masum olan bulunamıyorsa, o masumu korumak için 100 kişinin hiçbirini tutuklamamalısınız, ceza vermemelisiniz diyor...  Bugünkü AKP hukukunda ise tam tersi!  Atın içeriye, suçlu olup olmadığı yıllar sonra belli olur diyor...  Birazcık vicdanınız varsa...  Bu adalet yalanına...  Bu demokrasi kalpazanlığına...  Bu hukuk arama işkencesine...  Bu vicdansızlığa...  Hayır deyin! 

Mustafa BALBAY 5 Ağustos 2010 Cumhuriyet Gazetesi

29 Temmuz 2010 Perşembe

Hayaller ve Gerçekler


2 gün önce şirkette canımı çok sıkan bir olay oldu, evet benim de hatam vardı ama verilen tepkinin tarzı hiç hoş değildi. Kendisini şirketin Genel Müdür'ü zanneden bir birim müdürü - ki karşılıklı olarak sevmeyiz birbirimizi- çok kaba tepkiler verdi. sonuçta olay ne olursa olsun karşındaki bir kadın olduğu sürece öncelikle kullandığın cümlelere dikkat etmek zorundasın, müdür olmak demek altında çalışan insanları aşşağılamak ya da ezmek hakkını vermez sana.

İşe başladığı günden beri bir burnu büyüklük hakim kendisinde, özellikle de kadınlara tahammül edemeyen bir havaya sahip. Herhangi bir ortamda herkesi dinlerken yüzüne bakan, sorduklarına cevap veren adam ben konuşmaya başlayınca kafasını diğer tarafa çeviriyor, ben bana özel bi durum zannediyordum ama birkaç arkadaştan da buna benzer sözler duyunca çok da şaşırmadım açıkcası.

Herneyse tam böyle bir konuda sinirlenmişken hiç beklemediğim şekilde bir iş teklifi aldım, üstelik ilerde yaşamayı düşünebileceğim tek yer olduğuna inandığım İzmir'de :))) bir arkadaşımla konuşurken şaka ile başlayıp ciddiye dönen bir teklif oldu bu ve de anında beni hayallere sürükleyip yüzümü güldürmeye yetti :) hatta arkadaşım o kadar ciddiye aldı ki bu teklifi, İstanbul'da olup da gitmek istediğim bi konser olduğunda biletimi bile kendisi almayı teklif etti, yeter ki bu beni İzmir'e gitmekten vazgeçirmesindi :))

Hafta sonu gibi arkadaşımla buluşup işin detaylarını konuşacağım, şu an için bana artısı çok daha fazla gibi görünüyor ama detayları tam almadan havaya giremiyorum. Kimbilir belki de İzmir'li olurum artık :)) Kuzum dediğin gibi hayallerim gerçek mi oluyor ne :)

SBM Girls



Canımcım Kübracığımın blog undan özenerek yazmaya karar verdim bu post u aslında :))

Bugün öğle yemeği için yer düşünüyorduk kendimize 4 kafadar, biraz kokoş olmamızın da etkisiyle Kanyon'a gidelim dedik ama sonra kızlar yarın Kanyon'da organik pazar olduğunu ve ona uğramak istediklerini söyleyince ben de sanayi mahallesindeki güzide bir restoran a gitmeye boyun eğdim :) organik pazarla işim olmaz ama naparsın arkadaşlar için boynum kıldan ince tabi :)))

Biz gayet kokoş olarak sanayi mahallesinde baya bir ilgi çekince Sıla SATC kızlarına benzetti bizi, pek bir güldük, özellikle kocaman siyah bir arabanın yola girmeye çalışırken az kalsın bizi ezmesi bizim de buna çığlıklarla karşılık vermemiz görülmeye değerdi :))))

Bir an düşündüm hepimizi bir karaktere benzetmeye çalışsak nasıl olurdu acaba diye :)) Mesela Pınar kesin Charlotte olurdu, zira kendisi her zaman çok şıktır, çok bakımlıdır ve de arkadaşım diye demiyorum her işte mükemmeldir, yapamadağı şey yok gibi kızın :)))))

Kübra Carrie olurdu sanırım, yazı yeteneği vardır, esprilidir yeri geldi mi romantik yeri geldi mi mantıklı davranmakta üstüne yoktur ve de aşık olduğu adamla evlenmek için uzun zaman hayal kurmuş, sonunda da buna kavuşmuş, şimdi çok güzel bir evliliği çok da şeker bir oğlu var :))

Sıla'ya gelinceeee :) Sanırım Sıla da Miranda olurdu, Sıla biraz işkoliktir :) hatta eskiden daha fazlaymış ama bebişinden sonra biraz daha rahat :) Sıla mantıklıdır, ciddidir, işini ölçer biçer de hareket eder ama yeri geldi mi de hiç beklemeyeceğiniz esprililerle sizi hayretlere düşürür :))

Kala kala ben kaldım, bana da kala kala Samantha kaldı sanırım :) kesinlikle onun gibiyim diye bir iddiam yok zaten olamaz da :)) ama şöyle düşünelim bu yukarda saydığım üçlü evli barklı yıllardır stabil hayatları ve ilişkileri olan insanlar, bense biraz daha nerde akşam orda sabah modelindeyim :) evlilik, ciddi ilişki falan çooookkkk uzak geliyor bana ama her gece de ayrı bir adamla ayrı bir mekanda takılmıyorum :))

Ben öylesine bir yorum yaptım kızlarla geçirilen güzel bir öğle yemeği sonrasında, umarım siz de onlar da okurken keyif alırlar yazdıklarımdan :))

6 Temmuz 2010 Salı

Gelinlik

Canım kuzenimin 19 haziran da düğünü olacaktı ama nişanlısı düğüne 1 ay kala vazgeçti, ev, gelinlik, otel, balayı, vs herşey hazırdı. Sonrası belli tabi şaşkınlık, üzüntü, kızgınlık. Teyzem kuzenimden daha fazla üzüldü bile diyebiliriz :)

Herneyse bu olayın sonucunda kuzenimin nişanlısının 34 beden gelinliği elimizde kaldı :)) yani elimizde hiç giyilmemiş ve giyilmeyecek olan 34 beden bir gelinlik var, gelinimiz istiyor diye uzunca bir kuyruk yaptırılmıştı :) çevrenizde gelinlik arayan, yaptırmayı düşünen falan varsa haberiniz olsun, derdimiz paraya dönmesi değil kesinlikle, sadece gelinliği her gördüğünde üzülmesini istemiyorum canım kuzenimin :)) en kısa zamanda resimlerini de çekip koymayı düşünüyorum blog a :)

İsteyen olursa heber verirsiniz, üzerinde konuşuruz :))

30 Haziran 2010 Çarşamba

Tatilin ayak sesleri :)









Nihayet yarın 6 günlüğüne tatile çıkıyorum :))) o kadar iyi gelecek ki bu tatil anlatamam, gidicem dağıtıcam sonra dönücem yeniden bomba gibi - gerçi bomba gibi dönme kısmından çok da emin diilim, niye döndüm diye lanet de yağdırabilirim :PPPP

Canım Çeşme me gidiyorum çok sevdiğim arkadaşlarımla, orda da çok sevdiğim başka arkadaşlarımla buluşucam :) bu tatilde hiç uyumayıp mümkün olan en keyifli şekilde tadını çıkarmayı planlıyorum :))












Sole Mare, Paparazzi, Babylon hepsini gezeceğim, hatta yeni yerler açılmış bilgisi geldi ki hemen değerlendirmeye alacağım :)) ama açıkcası en çok istediğim cmt gecesi Çeşme açıkhava da gerçekleşecek olan Bonnie Tyler konserine gitmek :) büyük ihtimalle bedava olduğundan dolayı içerisi çoluk çocuk ve saçma sapan insan kaynayacak ama belki Bonnie Tyler a kadar dağılırlar diye umuyorum :)) olmadı kale dibinden dinlemeyi planlıyorum :)) Aşağıya Faster Than The Speed Of The Night albümünün kapak resmini koydum, abim de plağı vardı bu albümün, benim Bonnie Tyler ı ilk keşfettiğim ve bayıldığım albümdür, saatlerce dinlerdim plağı :))



En korktuğum ise Demet Akalın ve kocasının yaptıkları tatil sırasında yaptıkları saçma sapan yalan dolu evliliklerini gösteren programı Çeşme de hatta Alaçatı da çekiyor olmaları, zaten yeteri kadar kalabalık olan Alaçatı şimdi bu abuk insanlar yüzünden iyice hengameye dönebilir, neyse ki çok sevdiğimiz Gubiba Alaçatı'nın girişinde, çok içerilere de girmeyiz artık bu sefer napalım :)

Neyse hava izin verirse sizin için de denize, havuza girerim güneşlenirim, gezer tozar, yer içerim :))) nazar etmeyin nolur, tatile ciddi ihtiyacım var :)))

23 Haziran 2010 Çarşamba

Bir Babanın Başbakana Mektubu

Sayın Başbakan,
Birbirinden başarılı iki oğul babasısınız. Oğlunuz Burak alnının ...teriyle
genç yaşta gemi aldı.
Diğer oğlunuz Bilal, Dünya Bankası'ndaki başarılarıyla
stratejik ortağınız Amerikan başkanı ... bile iltifatlarına
mazhar oldu.
İkisi de pırlanta gibi, Allah bağışlasın.
Demem o ki, bir evlat nasıl yetişir, bir baba evladına
baktığında nasıl içi
titrer, nasıl burnunun direği sızlayarak sever biliyorsunuz...
Ama oğlu ertesi gün askerlik
kurası çekecek bir baba o geceyi nasıl geçirir,
Güneydoğu'yu çeken oğlunu otobüse nasıl bindirir, 15 ay boyunca
geceyi
gündüze nasıl ekler, saat başı haberlerini nasıl içi içini yiyerek seyreder,
telefonda konuştuğunda
"Operasyona gidiyoruz, hakkını helal et baba" diyen
oğluna ne cevap verir, bilmiyorsunuz.
Çünkü dediğim gibi
oğullarınızdan biri armatör oldu. Güneydoğu'da deniz yok,
Atatürk Barajı da oğlunuzun gemisi için pek küçük kalır,
yakışık almaz. Yani
Burak güvende. Allah bağışlasın.
E diğer oğlunuz Bilal de dediğim gibi Dünya bankası'ndaydı.
Şimdi ise Dünya
Bankası her nedense sözleşmesini yenilemediği için The Brooking
Institution'da. İşi düşünce üretmek
olan bu kuruluş da geçenlerde
Diyarbakır'ın belediye başkanı Sayın !!!! ... i ağırlamıştı,
hatırlatırım. Yani sözün kısası Bilal de Washington'da, güvende. Allah
bağışlasın.
O yüzden de "Artık şehit cenazeleri görmek
istemiyoruz" diyen bir vatandaşa
gönül rahatlığıyla "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir, canım kardeşim"
diyebiliyorsunuz.
Ben de artık şehit cenazeleri görmek istemeyenlerdenim, bu yüzden ben de
sizin "Canım kardeşim"
diye hitap edebildiklerinizdenim. Can kardeşliğin
verdiği samimiyet hissiyle, olanca içtenliğimle merak ediyorum.
Sayın Başbakan, 5 ayda verilen 50 şehidin ardından, "Askerlik yan gelip
yatma yeri değildir" dediğiniz için;
şehitlere "kelle" dediğiniz için hiç mi
utanmıyorsunuz?
Bırakın politikaya devam etmeyi, meydanlarda büyük büyük
laflar etmeyi; hala
nasıl sokağa çıkabiliyorsunuz?
Artık neredeyse her gün kalkan cenazelerde o kadar kişi tek bir
ağızdan sizi
ve bakanlarınızı yuhalarken ne hissediyorsunuz? Yani mesela, "Yan gelip
değil, can verip yattılar" diye
bağırırken binlerce kişi, "Yer yarılsa da
içine girsem" diyebiliyor musunuz?
Orada, şehitlerin cenazesinde, Ajan
Smith gözlüklerinizle gizlerken
yüzünüzü, neye daha çok üzülüyorsunuz? Şehitlere mi, düştüğünüz hale mi?
İktidarınızın ilk günlerinde terör sıfırken dört buçuk yılın sonunda gelinen
durum nedeniyle hiç mi suçluluk
duymuyorsunuz?
Şimdi sürekli "şehitlik üzerinden siyaset yapmayın!" diyorsunuz ya
meydanlarda. Peki, o zaman tam
seçim arifesinde niye şehit aileleri ile
gazilere ... aracılığıyla kurasız ucuz konut veriyorsunuz? Bu durumda asıl
siz şehitler üzerinden siyaset yapmış olmuyor musunuz?
Sayın Başbakan, bir baba olarak soruyorum size.
Aynaya baktığınızda ne
görüyorsunuz? Akşam yastığa başınızı koyduğunuzda uyuyabiliyor musunuz?
Kelle deyip geçtiklerinizin
ahından korkmuyor musunuz? O mağrur, çocuk
bakışlı erler, onların babasız evlatları, anaların ağıtları, babaların
"Vatan Sağ olsun" derken titreyen dudakları hiç mi rüyanıza girmiyor?
Bir "canım kardeşiniz" olarak olanca
samimiyetimle soruyorum. Bu kadar
sevilmemek nasıl bir duygu Sayın Başbakan?
Ha, bu arada. Bir oğlunuz, Bilal,
hani stratejik ortağınız Bush'un
iltifatlarına mazhar olan, askere gitmedi. Diğeri, Burak, hani alnının
teriyle gemi
alan ise çürük raporu almış. Askerlik yapmayacakmış.
Ne diyeyim. Bilal de, Burak da pırlanta gibi çocuklar.
Allah bağışlasın.

21 Haziran 2010 Pazartesi

İlhan Selçuk




Cumhuriyet gazetesi imtiyaz sahibi ve "Pencere" köşesi yazarı sevgili İlhan Selçuk'u kaybettik. Malesef bir süredir beklenen bir olaydı ama gene de iyi adamları kaybetmek her zaman icimi acıtıyor, hele de böyle karanlık günlerden geçerken.

Birçok internet sitesinde - ki bunlar hükümet yanlısı internet siteleri - İlhan Selçuk'un gazeteciliğinden çok komedi filmi tadındaki ergenekon davasının sanığı olarak suçlandığı söyleniyor. Yazar, gazeteci, aydın, hukukçu vs gibi sıfatların yerine ergenekon sanığı gibi saçma sapan yakıştırmaların konulmaya çalışması, ya da Amerikan Hastane'sinde tedavi gördüğü için kendisine savaş açılması gibi saçma sapan ayrıntılara değinmeyi tercih etmişler. Naparsınız karısının hastanesi yok ki gitsin orda tedavi olsun, yoksa sizin ağzınıza böyle saçma laf vermeyi hiç istemezdi eminim.

84 yaşında hasta bir adamı sabahın 4:30 unda evinden alıp 40 saat sorgulamaktan utanmayan bir devlet var ortada, aynı devlet 74 yaşında kanser hastası bir kadının evine girip saatlerce bütün hayatını didiklemekte, kız çocukları okutmak için kurulan bütün ÇYDD şubelerine baskın yapıp belgeleri toparlamakta bir sakınca görmedi ama gene aynı devlet kayıp trilyon davası sırasında çok yaşlı olduğu gerekçesiyle Necmettin Erbakan'ın evinde cezasını çekmesini sağladı. Bu ikiyüzlülük değil de nedir????

İlhan Selçuk'un son yazısında kaleme aldıkları çok hoş ve manidar ama anlayabilene tabi.


İkisini de Eyvallah...
Arabayla asfalt yolda giderken birden karşına bir levha çıkar..
"Yol kapalı"
Bozulursun...
Ama yapacağın bir şey de yoktur.
Bugün Pazar!..
Pazartesi günü yürekten ameliyat olacağız., söylenenlere bakılırsa epey gıllı gışlı bir operasyonmuş, nalları havaya dikersek bozulmayalım, olur böyle şeyler...
...
Nalları dikmezsem...
Daha görüşürüz...
Dikersem, her ne kadar kusurumuz da olsa, affola...
İkisine de eyvallah..."

Sevgili Türkan Saylan'ın arkasından yaptığınız gibi kına yakarsınız artık Sevgili İlhan Selçuk için de.Nefret ediyorum gerçekten sizin bu sığ, cahil ve bağnaz bakış açınızdan.

İcim acıyor iyi adamları yitirdikçe ...

10 Haziran 2010 Perşembe

sex and the city 2






evet nihayet geldi ve evet ben dün akşam ön gösterime gittim :)))
çokkkkkk güzelllllldiiiiiiii :) salonda zorla getirildiği belli olan birkaç erkek dışında kadınların çok büyük üstünlüğü vardı - normal olarak- sonuçta tam bir kadın filmi
evetttttttt gelelim filme, ben ilk filmden çok daha başarılı buldum, ilk bölüm özellikle gayet akıcı ve eğlenceliydi, ama 2. yarının sonuna doğru biraz uzatmışlar hafif baydım :)))


kesinlikle 40 yaşının olgunluğunu yaşayan bir grup kadın çıkıyor öncelikle karşımıza, Samantha hariç hepsi gayet mutlu evliliklere sahipler, çoluk çocuğa karışmışlar ama gene de beraberler, eşler de gayet mutlu, pek eğlenceli bir grup olmuşlar, ama zaman ilerledikçe görüyoruz ki Miranda işinde mutlu değil, Charlotte iki çocukla delirmek üzere ve Carrie Big ile olan evliliğinin monotonluğa dönmesinden korkuyor. İşte tam bu sorunlar kendini göstermeye başlamışken Samantha'ya gelen bir PR teklifi ile kızlar bir haftalığına Abu Dabi 'ye tatile gidiyorlar. Kesinlikle muhteşem bir tatil e başlamışken bir süre sonra aslında iç dünyalarını göstermeye başlıyorlar veeeeeeee filmin en bomba anlarından biri: Carrie sokakta Aidan ile karşılaşıyor, sonrasını anlatmiyim gidin seyredin :)))


bir tek şey paylaşacağım ki buna zaten filmin fragmanından da ulaşabilirsiniz, Aidan'ın bir akşam Carrie'yi gördüğünde ona o kadar hayranlıkla bir bakışı ve yutkunması var ki dedim allahım bir erkeğe bir gün ben de bunu yaşatmak istiyorum :))))))):
sonuçta dün akşam çok yakın kız arkadaşlarımla kafamızı dağıttığımız, gülüp eğlendiğimiz, manzaralarına, kıyafetlerine ve de özellikle yan rollerdeki erkek oyuncularına hasta olduğumuz bir film seyrettik, Sex And The City'i beğenen herkese de tavsiye ederim :))))

7 Haziran 2010 Pazartesi

eski sevgilinin yeni sevgilisi



Cumartesi akşamı yıllarca aşık olduğum adamı yeni sevgilisi ile gördüm, aynı masada yemekte olmamızdan dolayı ne yedim, ne konuştum, ne yaptım hiç bilmiyorum.
evet tekrar beraber olmayacağımızı ve arkadaş kaldığımızı ikimiz de biliyorduk ama bi sevgilisi olduğunu bile bilmeden karşıma elele çıkmaları beni şaşırtmaya yetti
eninde sonunda hayatımdaki insan diye birisini karşıma çıkaracağını biliyordum tabi ki ama keşke ben görmeden önce bi haber verseydi, ilk duyduğumda dünya ayağımın altından kaydı zannettim.
cumartesi gecesi kötüydüm, malesef bütün eski anılar beynimin içinde dolandı durdu sabaha kadar, üstelik geçen yaz tekrar beraber olma gibi bi durumumuz olduğunu düşündükçe canım çok acıdı
ama şaşırarak farkettim ki bikaç romantik film ve rejimimi bozduran biraz abur cubur bunu atlatmama yetti, hep düşünüyordum herhalde dağılırım toplanamam falan diye ama düşündüğümden sağlam çıktım :)) gene de bi süre daha onlarla aynı ortama girmeyecek olmanın rahatlığı da yok desem yalan olur :)))
ayrıca eski sevgiliden dost olmaz kavramına şiddetle karşıyım, evet benim de yolda görsem suratına bakmayacağım eski sevgililerim vardır ama bu adam benim 10 yaşından beri arkadaşım, 8 sene boyunca o Kanada da ben burda gitti geldi, oldu olmadı bir ilişkiyi yürütmeye çalışmamız ve beceremememiz arkadaşlığımızı etkilemedi çok fazla, sadece ben aşık oldum kendisine :)) ikimiz de yıllar sonra aynı şehirde olduğumuzda bir şansımız olmasını isterdim ama bu sefer de o göze alamadı arkadaşlığımızın bozulması riskini
sonuç mu?? sonuçta onun hayatında birisi var, üstelik de gayet mutlu görünüyor, benim ise hayatımda kimse yok ama ben de mutluyum sanırım :))
bu arada yukardaki resimde bulunan voodo bebeğinden bende olduğunu belirtiyim ama kesinlikle bu adam için değil, erkek görünümlü bir şerefsizin arkasından almıştım :)) işe yaradığına inandığımdan diil ama o iğneleri onun belli yerlerine batırdığımı düşünmek hırsımı almama yardımcı olmuştu geçen kış :))))))))))

3 Haziran 2010 Perşembe

akşam

Akşam Rihanna konserine gidiyorum :)) son dakkada karar verip milleti de gaza getirdim öğle tatilinde gidip bilet aldım :)) ehehehehe evet eğlenicem :)))

25 Mayıs 2010 Salı

CHP'nin nihayet yeni bir başkanı var


Ne kadar umutsuz durumdaymışız meğer, ne kadar düzgün birine hasretmişiz toplum olarak meğer. Sevgili Kemal Kılıçdaroğlunu bu kadar sahiplenmemiz başka nasıl açıklanabilir :))
Dünyanın en zengin başbakanları arasında adı geçen ama mal varlığını açıkladığında bir dikili ağacı bile bulunmayan insanların aksine daha başkan olmadan açıkladı bütün mal varlığını üstelik sadece kendisinin değil ailesininkini de, insanların başka eleştiri bulamayıp da gömleğine taktığı dönemde "kazandığım parayla aldım, hediye falan diil" diyecek kadar dürüst davrandı.
Siz başkalarının kullandığı 300-500 milyonluk marka eşarplara, tasarım çantalara, son moda, milyarlık saatlere, Amerika'dan getirttikleri özel jeeplere, ailelerini devletin uçakları ile özel düğünlere göndermelerine nasıl kafayı takmıyosunuz, nasıl sineye çekiyorsunuz biz de Kılıçdaroğlunun 500 milyonluk gömleğini sineye çekiyoruz bu seferlik.
Umarım bu sefer sol partiler bir grup altında toplanabilirler de bizim de özlem duyduğumuz birlik sağlanır,  şu anda ülkemizin en çok ihtiyaç duyduğu olgu bu sanırım.
İktidar açısından kötü oldu tabi, onlar Baykal ile devam etmeyi tercih ederlerdi, ne de olsa o zaman karşılarında bir muhalefet yoktu :) daha ilk günden başladılar saldırmaya, neymiş efendim "Recep bey" sokak jargonu ile konuşmakmış :) "Ananı da al git" gayet  uygun bir salon uslübu çünkü biliyosunuz :)) önce düşünüp sonra konuşacaksın ki söylediklerinin bir değeri olacak
Ben kendi adıma Kemal Kılıçdaroğlundan ve oluşturduğu listeden umutluyum, özellikle Süheyl Batum'un partiye katılmasına çok sevindim. Politika dışında olmasına rağmen Kemal Kılıçdaroğlu'nun "akıl hocam" diye nitelendirdiği Sencer Ayata'nın da partiye olumlu etkisi olacağına inanıyorum.
Bekleyip göreceğiz neler olacağını, ama bu esen olumlu havanın insanları biraz olsun hareketlendirdiğini, üzerlerindeki ölü toprağını biraz attığını görmek iyi geldi bana :)

20 Mayıs 2010 Perşembe

Madencilere Başbakan'ın açıklaması

Zonguldak'ta göcük altında kalan 30 madencide 28'inin cesetine ulaşılmış, sayın Başbakanımız "madencilerin yaptıkları mesleğin kaderi bu" diye teselli ediyor acılı aileleri

böyle bir kibir, böyle bir terbiyesizlik yok artık ya. sen habire AB standartları deyip duruyorsun ama etrafındaki hangi iş AB standartlarına uygun?

"babalarını, amcalarını maden de kaybederler sonra bakarsın onlar da madenci olmuş, kaderlerini biliyorlar" diyorsun ama neden kaderlerine boyun eğdiklerini hiç mi düşünmüyorsun. sen bu insanlara daha iyi şartlar, daha iyi iş yaratmazsan elinde ne varsa onunla yetinecek tabi. bu iş öyle seçim öncesi kömür, erzak, beyaz eşya dağıtmakla olmuyor. önemli olan bu insanları seçim sonrasında da korumak kollamak.

işte bunları konuşunca da Nazlı Ilıcak gibi kendi yandaşları adamlar "hükümete mal etmemek lazım bunları" gibi şuursuz cümleler kurabiliyor. ya bu hükümet yeni mi geçti başa, bu patlamalar ilk defa mı oldu Zonguldak'ta????????? buna bir önlem almak, bir güvenlik sağlamak çok mu zor geliyor ama tabi kendi ailelerinden kimse yok bu insanların arasında, keni aileleri gemiciklerinde ya da Louis Vittob mağazalarında alışverişte, umurlarında mı madendeki işçiler???? Nazlı Ilıcak demiş ki "İngilterede de oluyor maden patlamaları ve de insanlara tazminatlar veriliyor" Şimdi Nazlı hanım 1. bu patlamalar İngiltere'de 1800 lü yıllarda oluyordu biz 2010 yılındayız, 2. si madem İngiltere hükümeti tazminat veriyor, hadi sizin hükümetiniz de versin de görelim. kan parası diye 3 kuruş verirsiniz insanlara dalga geçer gibi sonra suratlarına bile bakmazsınız, ama sorarsanız en dini bütün en insancıl sizsiniz

İkiyüzlülük diz boyu

5 Mayıs 2010 Çarşamba

darağacında 3 fidan


Asıldık Ey Halkım, Unutma Bizi !!!!!!

Onlar daha iyi bir dünya isteğiyle idealleri için öldüler, onlar kadar cesur muyuz????? malesef diiliz, olamıyoruz :(((

kendim çıkıp urganı kendim geçireceğim boynuma. Bunu çok istiyorum. Cellat falan sokmayacağım yanıma. İğrenç bir şey. ve dönüp orada beni asan heriflere, asılmamı seyreden heriflere, diyeceğim ki: Burada ölen yalnızca bedenimdir; ki zaten ölümlüydü, ölecekti.Ama düşüncemi öldüremeyeceksiniz. Düşüncem yaşayacak, diyeceğim. Sonra avukatlarıma döneceğim. Sizler de, bizler için gelecek kuşaklara tanıklık edin,diyeceğim. Bir devrimci ölüme böyle gider işte. Bayram yerine gider gibi.
DENİZ GEZMİŞ

henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. bir kadın eli değmemişti ellerimiz. bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha. bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. herkes tanıktır ki korkmadık. içimiz titremedi hiç. mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere
asıldık ey halkım unutma bizi
UĞUR MUMCU

26 Nisan 2010 Pazartesi

iki kafadar satıyor



Dünden beri alışveriş bloglarında dolanıyorum, insanların gardıroplarına, tasarım dünyalarına girdim çıktım, hatta çok keyifli bir kaç alışveriş de yaptım :))
Canım arkadaşım Kübra'ya bu bloglardan bahsettim hatta birkaç tanesini gösterdim, o da pek beğendi, sonrasında da evde artık üzerine olmayan bir sürü kıyafetimiz olduğundan ve bizim de belki böyle birşey yapabileceğimizden konuşmaya başladık
evettttt sözün özü biz artık kilo veririm de içine girerim diye düşündüğümüz ama malesef bu hedeften gittikçe uzaklaştığımız kıyafetlerimizi hala onları giyebilecek kapasitedeki insanlarla paylaşmak istiyoruz :)) şimdilik sadece blog u açmakla işe başladık ama en yakın zamanda resimlerle de sizi bilgilendirmeye başlayacağız :))

http://ikikafadarsatiyor.blogspot.com/

blog un adresi bu, arada sırada girin bakın olur mu :))) ben zaten burdan yeni ürünler eklendikçe de haber vereceğim :))

13 Nisan 2010 Salı

hastayım huysuzum :(

inanılmaz yorucu ve yoğun geçen bi haftanın ardından bu hafta sonu arkadaşlarımla eğlenip biraz kafamı dağıtmaktı planım aslında ama onun yerine ziyaretime gelmiş olan grip virüsü ile samimi bi ilişki içine girip 2 günü yatakta geçirdim, hatta birbirimize doyamadık dün işe bile gelmedim onunla yatakta kaldım. bu sabah da çok zor ayrıldım kendisinden ama o beni bırakmamaya kararlı gibi şirkette de takip etti :))

biraz önce aldığım ilaç da etkisini göstermeye başladı, gözümü kapasam direk uyuyacağım, ayakkabım da ayağımı vurdu zaten :(( allahım daha 2 saat var çıkmaya nasıl geçicek bilemiyorum bugün. iyi gelen tek şey "Acil Servis"in nihayet elime ulaşan yeni cd'si :))

sevmiyorum hasta olmayı, hiçççççç sevmiyorummmmmmm

7 Nisan 2010 Çarşamba

Can Yücel

Sabah Sevgili Volkan'ın Blog'unda okudum bu şiiri, Can Yücel'i çok severim, içinden geldiği gibi yazdığı dizeleri içime işler hep, o kadar da güzel ve yalın dillendirirki içimizdekileri hayran olmamak zor :)))

Bu şiiri de içimi acıttı, böyle bir erkek yok malesef artık, ve biz hala onu aramaya devam ettiğimiz için bir sürü kurbağa öpmek zorunda kalıyoruz :))) benim malesef umudum kalmadı artık aşka dair ya da doğru erkeğe dair, doğru erkek en son babalarımızın annelerimizin zamanında görülmüş, sonra kendisinden haber alınamamış :)) sabak okuyunca paylaşmak istedim sizinle de, umarım sizin yanınızda doğru dediğiniz insan vardır ve ona sıkı sıkı sarılmayı unutmazsınız :))

ERKEK DEDİĞİN
seni elinin tersiyle değil avucunun içiyle kavrayacak.
bileceksin ki emin ellerdeyim,
başkası tutamaz elimi böyle.
rahat olacaksın yanında,
çok konuşmayacak, beynini didiklemeyecek.
ince olacak; seni senin kadar düşünecek.

erkek dediğin, sen onu merak ettiğinde
kendisine hesap soruluyor havalarına girmeyecek.
senin inceliğine karşı umursamaz sözler sarf etmeyecek.

erkek dediğin, kadının sinirini bozmayacak,
cinlerini tepesine çıkarmayacak, sanki sen onun için varmışsın
her ne zaman istese emrine amadeymişsin, o ne yaparsa yapsın
her istediğinde yanında elinin altında olacakmışsın tiplerine girmeyecek.

erkek dediğin, sen ona sevgini hissettirdiğinde,
sen ona kayıtsız şartsız asıkmışsın gibi havalara girmeyecek.

erkek dediğin ilgi gördüğünde ilgiyle,
sevgi gördüğünde sevgiyle karşılık verecek.

erkek dediğin, sen onun için kendine baktığında,
sırf ona daha güzel görünmek için giyinip kuşandığında
hiçbir şey olmamış gibi davranmayacak.

erkek dediğin, ruhunu okşamasını bilecek.
romantik olacak kimi gün habersizce kucağında
çiçeklerle çıkıp gelecek.
özel günleri unutmayı marifet sanmayacak.

erkek dediğin, kayıtsız olmayacak senin bütün zarafetine karşı.
gerçekten seven bir kadın sevgi ve ilgi bekler,
erkeğine verdiği aşkın karşılığında küçük bir tatlı söz,
kısa bir mesaj, bir çağrı bile onu mutlu edebilir.

erkek dediğin bütün bunları cebinden para harcıyormuş gibi
cimrilikle yapmayacak.

erkek dediğin, ben aranmayı, çok aramayı sevmem demeyecek.

erkek dediğin, her şey kendi istediği gibi olsun istemeyecek.
sadece kendi caninin istemesine bağlamayacak her şeyi.

erkek dediğinin, hissettiğiyle yaptığı şey arasında uçurum olmayacak.

erkek dediğin, cesur olacak cesur.
seni seviyorum derken korkmayacak,
başka şeylerin arkasına gizlenmeyecek.
seviyorum deyip bir sonraki perdede kaçmayacak,
özlüyorum diyorsa gelecek, kaybetmek istemiyorum diyorsa kaybetmeyecek.

erkek dediğin aşkına sahip çıkacak.
korkak olmaz erkek dediğin.

erkek dediğin iyi sevişecek. koyun gibi yatmayacak,
bir an önce su is bitse demeyecek.
aşksız yatmayacak yatağa ve
sen bunu bileceksin.
bir baba şefkatiyle seni alnından öptüğünde bileceksin ki
sevgisi geçici ve zayıf değildir.

erkek dediğin, ve sevgiyle öptüğünde
dudaklarından bileceksin ki opusun tek sebebi şehvet değildir.

erkek dediğin aldatmayacak. aldatmak basitliktir.
seviyorum diyorsa aldatmaz erkek dediğin.

aldatıyorsa sevmiyor demektir.

erkek dediğin yakışıklı olacak, çekici olacak ama
bundan çok daha öte bir şey...

erkek dediğin, zeki olacak. kadının küçük yalanlara,
bahanelere inanmayacağını, kendisini kendi gibi tanıdığını bilecek.
kadının zekasını küçümsemeyecek kadar zeki olacak.
zeki olacak, seni bir hamur gibi karmasını bilecek, o hamura kendisini katmasınıda.

erkek dediğin, değerlerini bir anlık hevesler uğruna satmayacak.
namussuzluğunu, ahlaksızlığını ancak ve ancak seninle yataktayken
kullanacak.
yan gözle hatun kesmeyecek, üstüne sevgili edinmeyecek.

erkek dediğin önce sevecek. kendini sevmeyen erkekten
kimseye hayır gelmez.
bir bakarsın ki yıllar sonra bu adamla
ne yatağa sığıyorsun, ne toprağa...
koluna girip gezmesini bileceksin gururla koynuna alıp sevişmesini de.

erkek dediğin, babalığını da bilecek, ana-babaya hürmet etmeyi,
kadir kıymet bilmeyi, vefakarlığı, fedakarlığı. ..

erkek dediğin seni koruyacak,kuşatacak .
o nerede olursa olsun seni koruyacağını bileceksin.

pısırık olmayacak erkek dediğin.

erkek dediğin erkek olacak güzelim.
seni sadece sen olduğun için sevecek.
parayla pulla, kariyerle, güçle, kimin ne dediğiyle hareket etmeyecek.
hem sevgilin, hem arkadaşın olacak

31 Mart 2010 Çarşamba

masal şehri

Bir gün kesin gideceğim bu dar sokaklı, bol merdivenli, masal şehrine :)))