21 Aralık 2009 Pazartesi

Candan Erçetin - Ninni

Candan Erçetin muhteşem bir şarkı yapmıi gene. seviyorum bu kadını ama ilk defa bu kadar politik birşey yaptığını görüyorum. Çok ihtiyacımız var sanatçıların bu tarz çıkışlarına. Keşke Sezen Aksu da biraz örnek alabilseydi Candan'ı

Uyusun da büyüsün ninni


Tıpış tıpış yürüsün ninni


Dertlerini sürüsün ninni


Oğlum kızım uyusun ninni


Evvel zaman içinde kalbur saman içinde


Çok da uzun olmayan belli bir zaman önce


Çok da uzak olmayan çok güzel diyarın birinde


Bereketi dillerden düşmeyen bir köy varmış


Denizi de bilirmiş dağı da bilirmiş bu güzel köyün insanı


Yağmurda yürür karda kayar ama güneşli günleri
severmiş


Meze yaparmış bu köylüler iki kadehe tüm acılarını


Böylece birden unutuverirmiş geçmiş dargınlıklarını


Aslına bakacak olursan çok zenginmiş tarlaları


Ama nedeni bilinmez bu köylüler her daim fakir


Yokmuş galiba köydeki kargaların bunda bir etkisi


Böyle gelmiş böyle gidermiş ne de olsa alın yazısı


Dayanamamış biri sonunda kargalara baş kaldırmış


Hakkımızı yiyorlar deyip bütün köyü ayaklandırmış


Sonunda başa çıkmış köyü istila eden kargalarla


Ama kendisi de göçüp gitmiş gibi tabii eninde sonunda


Ardından ağlamış köydeki herkes çok uzun yıllarca


Ağlarken ağlarken köy unutmuş kargaları tamamıyla


Üzülüp dövünüp dururken birden övünmeye başlamış


Ancak övünüp durduğu sadece hatıraymış


Günün birinde köyün üstüne kapkara bulutlar yerleşmiş


Kimse bu bulutları kargaların getirdiğini fark etmemiş


Köydekiler yaz yağmurudur gelir geçer zannetmişler


Ama bu kara bulutlar kopacak fırtınanın habercisiymiş


Kargaların çalacağı emekten medet uman bazı kurnazlar


Köylüye ninniler söyleyip apaçık hedef şaşırtmışlar


Soytarısıyla yalancısı bu köyün bir gün gelmiş el ele vermiş


O bildik
beyaz camın içine girip siyah yalanlar söylemiş


Onların baktığı yerden bütün köy çok aptalmış


Çünkü aptal olmasalar böyle aldanmazlarmış


Değil mi ki bütün köy olana bitene ses çıkarmadan bakmış


O zaman başlarına gelene müstahaklarmış


Ah ne güzel ninniymiş bu cehalet


Herkes dalıp uyumuş nihayet


Top atsan uyanmazmış bu rehavet


E benim köyüme e e


Aslında köyün akıllısı çokmuş alimi dedesi filozofu çokmuş


Var diye bas bas bağırıyorlar ama hiçbirisinin söz hakkı yokmuş


Çünkü bilene düşünene yazana kargaların itirazı çokmuş


Ve onlardan öğrendikleriyle kurnazlar herkesi uyutmuş


Güzel köyüm ne zaman uyanırsın


Bu duruma ne kadar dayanırsın


Sanma ki uyurken kazanırsın


Hadi köyüm ne zaman uyanırsın


Söz: Candan Erçetin - Aylin Atalay

8 Aralık 2009 Salı

insaf artık :((


Bu fotoğrafları görüp, bu haberleri duyup da nasıl olur da insanın yüreği sızlamaz anlayamıyorum. gerçi bunu yapanlara insan demek haksızlık olur. yıllarca bebek katili olarak bilinen adama dünya standartlarında hapishane yaptırıldı, milyonlarca lira harcandı o ş......z için ama adamlar olanakları iyi değil diye olay çıkarıyorlar, memleketi iç savaşa sürüklüyorlar. ya bu adi adamın bırakın hava alacak sağlıklı bir ortamda yaşamasını, hücrede yaşaması lazım, bir damlacık ışığa muhtaç olması lazım. yıllardır canını aldığı gençeçik insanların, ufacık bebeklerin kemikleri sızlıyordur mezarlarında siz hala bu adama bu kadar büyük adam gibi davrandıkça.

adamlar sizin gencecik askerlerinizi, bebeklerinizi öldürsün siz onları kahraman gibi kırmızı halılarla karşılayın, ayaklarına kadar gidip ifadelerini alın, sonra bırakın gitsinler, iğrenç planlarını uygulamaya devam etsinler, üstelik biz bu yaptıklarımızdan pişmanız bile demedikleri halde. bırakın ya, bu kadar ş.......z olmayın, bu kadar alçak, ikiyüzlü olmayın.

çok sinirleniyorum, yazacak söyleyecek o kadar çok şey var ki aslında bu adi insan müsveddeleri için ama malesef işte insan bi yerden sonra kendini tutmak zorunda kalıyor. umarım en kısa zamanda bu adamların cezasını verir hakettikleri gibi davranmayı becerebiliriz

7 Aralık 2009 Pazartesi

grip

hastayım...
iki gündür bi elimde tuvalet kağıdım, bir elimde ilaçlarım yatıyorum :((
sevmiyorum hasta olmayı, sinirlerim geriliyor

22 Kasım 2009 Pazar

new moon



ilk filmi defalarca seyrettim, kitapların hepsini 3 hafta gibi bir sürede bitirdim, ikinci film gelecek diye 1 sene bekledim

sonuç???? dün gittim filme ve ciddi hayal kırıklığı yaşadım. tamam serinin en durağan kitabıydı kabul ediyorum ama açıkcsı uzun zamandır seyrettiğim en basit filmdi. belki kitapları okuduktan sonra kendi kafamda yarattığım hayal dünyasına uymamıştır görüntüler.

gene kabul ediyorum Taylor Lautner ciddi bir vücut yapmış, hakkaten taşşşşşşş olmuş elin 88'li veleti ama gene de bütün film sırf vücudunu göstermek için çıplak gezmesine gerek yoktu ya :))) yani kitapta belki gözüne batmıyo ama filmde bana sadece ucuz bi numara gibi geldi açıkcası.



bu demek diil ki diğer iki filmi seyretmeyeceğim ama açıkcası çok beklentimi karşılayan bir film olmadı malesef :(((

16 Kasım 2009 Pazartesi


çok fena intikam alasım var senden
bi yandan diyorum ki boşverrrrrr naparsa yapsın, zaten çok kaale aldığın bi adam diildi, uzamadan bitti gitti, olayları bilen herkesin verdiği tepkileri düşün, adam hakkaten şerefsiz miş, miş, miş deeeee öyle olmuyo işte ya
bunların hepsini biliyorum, kabul ediyorum falan ama benim sinirimi almam lazım birinden, üzerinden geçen 3 haftaya rağmen hala bilemediğim sebepleri düşündükçe sinirlerim bozuluyor, ağlıyorum sinirimden, kendime öfkemden.
senin beni bu kadar üzmeye ya da aşağılamaya ne hakkın vardı????? sen kimsin yaaaaa
yok yokkk benim bi şekilde bunun intikamını senden almam lazım daaaa işte napıcağımı bilemiyorum :))
kafam basmıyo ya bu intikam, misilleme, ödeşme işlerine. Voodoo bebeği yaptırmak istiyorum bi tane, senin o çok önemli toplantılarından birinde de onu işleme almayı planlıyorum. tam bir sunum yaparken iğneleri en münasebetsiz yerlerine batırmayı istiyorum. sonra akşamına arayıp hoşuna gitti mi diye soracağım :))) bence seviceksin :))
en güzel kıyafetlerimi giyip, muhteşem bi makyaj yapıp "tesadüfen" sokakta karşılaşmak istiyorum seninle. hatta mümkünse bi gece klubünde olsun, yanımda da muhteşem bi adam olsun ve bana yazıyo olsun, sen selam vericeksin ama ben suratına bakmıycam sonrasında sen allahım ben naptım dersin, kafanı taşlara vurursun diye.
üffffffffffffff biliyorum tamamen türk filmi kıvamına getirdim yazıyı ama napim istiyorum bunları. senin beni üzdüğünün 5 katı 10 katı üzülmeni istiyorum. belki hepsinin sonucunda ortaya çıkıp en azından adam gibi bir özür dilersin. ama nerde sen de o yürek be güzelim

9 Kasım 2009 Pazartesi

10 Kasım


Ah be Atam, çok erken gittin, çok erken terk ettin bizi.
Senin huzurunda saygı duruşunda bulunması, sana minnet duyduklarını göstermesi gereken sözüm ona devlet erkanı saygı duruşunu "sap gibi dikilmek" olarak nitelendirecek kadar terbiyesiz ve kendini bilmez durumda. ama düşünemiyorlar ki bu alçakça fikirlerini bu kadar rahat dışa vurabilmelerini gene sana borçlular. sen olmasaydın o ayaklarının dibinde poz verdikleri şeyhlerinin sözünden çıkamayan birer koyuna dönüşeceklerdi, ama şu anda kendilerini şeyh zannediyorlar.

Ne kadar ileri görüşlüymüşsün Atam.
Hem Gençliğe Hitaben de, hem de Türk Milleti dinini anlayarak ibadet etsin diyerek ezanın Türkçe okunmasını istediğinde Bursa'da çıkan gerici ayaklanma için yaptığın konuşmanda, Bursa Nutkunda şu anda içinde bulunduğumuz durumu yıllar öncesinden tahmin edip bize yaptığın uyarılar. Keşke herkes her gün senin söylediklerini, yazdıklarını okusa, öğrettiğin yolu her gün hatırlasa da hayatına o erdemlere layık olacak şekilde devam etse.

Merak etme Atam,
Elimizden geldiğince senin ilkelerinin, devrimlerinin bekçisi olacağız, biz nasıl senin sevginle, senin ideallerinle yetiştiysek, kendi çocuklarımız da böyle yetiştireceğiz. Seni her zaman yaşatmak ve yüceltmek için elimizden geleni yapacağız. Senin ölüm yıl dönümünde sözde açılımlarla ya da başka saçma sapan düşüncelerle bu günün önemini unutturmaya çalışmaları ya da, bugünü başka bir gün ile değiştirmeye çalışmaları bizi etkileyemez. Senin ölüm yıl dönümünde "ölenle ölünmez" ya da "sıradan bit gün" diyen insanların her şeyden önce ölüye saygısı yoktur, bunların dindarlıkları da yalan. Sadece ben dindarım demekle, 5 vakit namaz kılmakla dindar olunmaz Atam. Müslüman vicdanlı olmalı, ölüye saygılı olmalı, dürüst olmalı, çalıp çırpmamalı ama bu adamlar bunların hiçbirisini yapmıyorlar. Onlardan yüz bulan bir taksi şoförü bugün 09:05'de saygı duruşunda bulunan bir kız arkadaşıma "seni mi bekleyeceğiz" gibi tepkiler verebiliyor. Ama ağzının payını öncelikle arkadaşımdan yediği tokat, sonrasında etrafta bulunan insanları verdiği tepkilerle ağzının payını almış.

Bir ülkenin devlet bakanı "açız" diyene, "ananı da al git" gibi mahalle kabadayısı tarzında cevap
vermemeli, beni yurt dışında temsil eden insan "daha da gelmem ben buraya gibi cevaplar vermemeli. Her şeyden önce asil olmalı, gerektiğinde bir salon beyefendisi olmalı. Eşi modern Türkiye'nin yüzü olmalı ama maalesef ülkemin ideolojisine tamamen ters bir giyim ve yaşam tarzı süren insanlar bizi yurt dışında temsil ediyorlar.

Atam,
Senin içinin güzelliği dışına vurmuş yüzün, liderlik karizman, saygın hepsinden önemlisi ZEKAN maalesef şu an çok ihtiyaç duyduğumuz vasıflar. Seni çok özledik, seni hiç unutmayacağız, gerekirse kanımızın son damlasına kadar senin devrimlerinin yılmaz bekçisi olacağız.


28 Ekim 2009 Çarşamba

Bursa Nutku

Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek”

Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.”

İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!

27 Ekim 2009 Salı

eski günlerimiz

Benim çocukluğumda annelerimiz çalışmazdı.
Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım.
Hatta babanım bile anahtarı yoktu. Annem evimizin bir parçası
gibiydi,hep evdeydi.
Heryere birlikte giderdik, zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu
ki.

En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı.
Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani.
Cafelerde, alış veriş merkezlerinde buluşmazdık.
Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar, oynaya, zıplaya
yürüyerek gelirdik.
Servis falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi.
Hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile
dalardık.
Annelerimiz bu durumu bildiklerinden kardeşlerimizle bizlere ekmek
arası bir şeyler hazırlar gönderirdi.
Mahallemizdeki teyzeler annemiz gibiydi. Susayınca girer evlerine su
içerdik.
Ya da pencereden bir sürahi bir bardak uzatır, hepimiz aynı
bardaktan kana kana içerdik.
Kısacacı evine girip gelen ( ki sadece çişi gelen giderdi evine )
elinde mutlaka yiyecekle dönerdi.
Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi.
Bu bazen bir kurabiye bazen bir meyve olurdu.

Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır çantamızın
üstüne koyar oyun bitince geri alırdık.
Çok garip ama kimse almazdı. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi.
Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştılırdık. Polisler gelmezdi
kavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı.
Sonra kavgalarımız da öyle ustura, falçata ile olmaz, onlar nedir
bilmezdik bile, asla kanla falan da bitmezdi, en fazla saçlarımızdan
çeker, hayvan adları sayar, tekme atar, yine oyuna dalardık.
Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık.
Misket oynamaktan parmaklarımız kanar yine de mikrop kapmazdık.
Azar işitip, acillere taşınmazdık. Düşerdik ekmek çiğner basarlardı
alnımıza, oyuna devam ederdik. Röntgenlere, ultrasonlara girmezdik.

Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim.
Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki. Komşumu tanımıyorum ama evinin
camında,
temizliğe gelen kadını haftada bir görür kolay gelsin der konuşurum.
Onun dışında orada kim oturur hiç bilmem.
Evimizi kendimiz temizlerdik, kapı silmece ; bilmem kaç kuruş
hepimizin elinde bezler güle oynaya bitirirdik işleri.
Evlerimiz var içinde yaşayan yok. Parklarımız var içinde oynayan
çocuk yok.
Ama her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, ışıl ışıl
vitrinler, girip çıkan yapay insanlar...
Ruh yok, buz gibi buz, bu biz değiliz..

Tahta iskemlelerimiz de oturan yaşlılarımız, onlara dede, nene diye
hatırını soran çocuklarımız yok oldu.
Ben kapılarında ' vale ' lerin, ' bodyguard ' larin beklediği yerlerden
hep
korkmuş çekinmişimdir.
Kapısını çarparak örtüyor diye çocuğuna kızıp, taksidini
bitiremediği
arabanın anahtarını, hiç tanımadığı birine vermek ters gelir bana.
Benim değildir bu kültür.
Ne ruhuma, ne kültürüme ne de cüzdanıma hitap eder.
Nedir bunlar?
Reklamlarla desteklenen beyni, ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk.
Birbirimize yabancı, yalnızlıklarımızla yaşar olduk.
İyi de neden böyle olduk ?
Biz mi istemiştik?
.
.Her toplum haketiği gibi yönetilir derler ya,hakettiği gibide yaşar
diyelim mi ?

yazıyı bi arkadaşım yollamış, bazı yerlerini okurken tebessümler oluştu yüzümde, bizim güzel çocukluğumuzdan bahsediyodu. ama ruhsuz kelimesini okuyunca dedim tamam işte budur, artık o kadar ruhsuz o kadar isteksiz yaşıyoruz ki hayatı. şimdi uğraşamam deyip komşumuzla selamlaşmamak için yolumuzu değiştiriyoruz, bütün gün işte yetmiyormuş gibi akşamları evde bilgisayarla yaşıyoruz. günde 4 saat trafik çekip, üstüne müdür, çalışan, müşteri kaprisi ekleyip ancak kendimizi evdeki rahat koltuklarımıza atabiliyoruz. saçma sapan dizileri, yarışma programlarını izleyip yorgunluktan uyuyakalıyoruz zaten. ertesi gün gene aynı koşturma.
ben ruhsuz kelimesini bu aralar pek yakıştırdım kendime, umarım size uymuyordur :))

26 Ekim 2009 Pazartesi

yorumsuz

Neden böyle bişey yaptığını gerçekten anlamış dilim. Dün ilk önce müsait dilsin diye düşündüm sonra telefonlarımı açmadığını düşündüm sonra dedim ki evde unuttun telefonunu herhalde, telefonum da yok normal olarak arayamadın. En son herhalde birine çok kötü bişey oldu ve müsait dildin diye düşünmeye başladım Allah korusun. Sonra dedim ki ne olursa olsun yarın geri dönüş yapar bana, sonuçta en kötü telefon açıp kusura bakma diycek, insan birinden nefret etse bile 4 defa arandıysa bi geri dönüş yapar nezaket icabı, ee bildiğim kadarıyla G…. de kaba bi insan diil.

Sonra bu sabah oldu, senden gene ses soluk çıkmadı, bu sefer gerçekten meraklanmaya başladım, başına bişey mi geldi diye, aradım gene telefon açılmadı. Hala iyi niyetli olarak dedim müsait dildir, öğle yemeğinde aradım o yüzden ama gene cvp yok, gene msjlarıma cvp yok. Senden bir cevap alabilmek için iş mailine bile mail attım ama sen onu da kale almadın.

Sapık gibi seni arayıp sormaktan keyif almıyorum, tek derdim ne olduğunu öğrenmek, açıkçası öğrenene kadar da işin peşini bırakmayı düşünmüyorum. Hani sen yufka yürekliydin, merhametliydin noldu???? Bana bir cevap verecek kadar yüreğin yok mu, bana seninle görüşmek konuşmak istemiyorum deyip bunun sebebini açıklayacak kadar adam olamadın mı????

O gece ne dedim sana, ben bu saatten sonra çoluk çocukla uğraşmak istemiyorum dedim. Sen 31 yaşına gelmişsin, görmüşsün geçirmişsin ama adam olamamışsın. Derdin erkeklik gururunun okşanması idiyse, niyetin 2 gün takılmaksa neden yok sevgilim, onu yaparız, bunu yaparız deyip durdun. Öyle tavlamak daha mı kolay geldi, şimdi karşıma çıkıp zaten benim sevgilim vardı, sen de biliyodun ayrılmıyorum naparsan yap mı diyceksin? Bu seni arkadaşlarının gözünde daha mı erkek yapıcak, ya da sen kendini daha mı erkek hissediceksin? Ben sana söyliyim senden bişey olmaz

Benim hatam aslında, ben ne diye elin adamına güvendim, gayet hesapsızca yaklaştım ki. Niye senin söylediklerinin ya da yaptıklarının samimi olacağına inandım ki?? Şimdiye kadar hiç dürüst bir erkek çıktı mı karşıma ki senin dürüst olabileceğine inandım.

Hep diyordun ya sana öyle bir şey yapacağım ki wouwww G….. diyeceksin. Dedim ya J gerçekten dedim wouwww hatta bravo da diyorum, çok güzel becerdin beni havalandırıp sonra popo üstü oturtmayı. Resmen havadan yere bıraktın bi anda beni, neye uğradığımı şaşırdım. Ama yaralarım henüz çok yeni, büyük ihtimalle kırıklarım da henüz sıcaklığından dolayı hissetmiyorum, sonrasında çok canımı yakacaklar biliyorum ama yine de üstesinden gelicem her zaman yaptığım gibi. Sadece kalbim daha da taşlaşacak, zaten aşka inanamayan ben iyice soğuk kalpli, nalet bi kadına dönüşücem.

Teşekkür ederim sana, bana hayatta sevgi, saygı,erdem gibi kavramların kalmadığını ve kimseye güvenilmeyeceğini hatırlattığın için. Hani işin peşini bırakmıycam demiştim ya, boşver bırakıyorum gitsin, ne halin varsa gör. Benden uzak ol yeter.

20 Ekim 2009 Salı

ne günlere kaldık

Normalde blog da siyasetten bahsetmek gibi bir alışkanlığım ya da düşüncem yok, ama sinirden çıldırmak üzereyim ve içimi dökmezsem patlayabilirim.

neyle suçlandıkları belli olmayan gazateciler, yazarlar, komutanlar cezaevinde ama suçları bariz ortada olan pkk lılar yandaşlarına karanfil atıyorlar. Neymiş efendim silahlı operasyona karışmamışlar.

ya adamlar pişmanlık yasasından bile faydalanmadılar, nası serbest bırakıyosunuz, nasıl DTP otobüsünün tepesinde halkı selamlamalarına izin verirsiniz yaaaaaaaaaaaaaaaaaaa. NE GÜNLERE KALDIK, eeeeeeeee sayın başbakanımız şehitlere "kelle" , apo ya sayın öcalan derse olacağı bu tabi.

senin ülkenin başkentinin belediye başkanı Atatürk'ün resmini indirtir, tabelalardan Atatürk ismini sildirir, yerine kendi resimlerini falan astırırsa olacağı bu tabi.

siz ancak yiyin için, ne politika yapın ne muhalefet yapın ancak koltuklarınız ayapışın, kriz yok deyin, çocuk doğurun deyin, o arada insanlar fakirleşsin, intiharlar çoğalsın ama siz sadece kendinizi düşünün.

Atatürk'ün ne kadar büyük bir adam olduğunu görün işte, hala ondan korkularından unutturmaya çalışıyorlar ama MÜMKÜN DİİL. Bir avuç bile kalsak unutturamayacaksınız, bastıramayacaksınız.

15 Ekim 2009 Perşembe

ne iş?

bugün bi arkadaşım "bu aralar sende bi güzellik var, ne iş?" dedi. düşündüm hakkaten ne iş :))) bu aralar pek bi mutluyum demek ki etkisi olmuş görünüşe de :))))umut fakirin ekmeği :)) ufacık bir kıvılcım bunu yapıyorsa, umarım bu kısa zamanda yangına dönüşür :)))

cadılar bayramı



bizim kültürümüzle falan bi alakası olmadığını hatta fazlasıyla Amerikan muhabbeti olduğunu biliyorum ama bir "Cadılar Bayramı" partisine davet edildim.
nedense bir kostüm giyip gitme konusunda heveslendim :))) ama ne giyeceğim konusunda bi fikrim yok :)) bana yardım edip fikirlerinizi paylaşırsanız sevinirim :)))

aklımda şu resimdeki gibi bir taç kullanmak var ama kıyafet konusunda kararsızım :)))

13 Ekim 2009 Salı

what is love

Bugünlerde gezindiğim birkaç tane blog da gözüme çarptı bu yazı ve çok hoşuma gitti. anonim olduğunu düşündüğüm için ben de paylaşmak istedim. eğer birinden hırsızlık yaptıysam özür dilerim :)))



"Love is the scars on your knees, the leftover food in the rerigerator, the song the birds sing, the pain you inflict, the sweet nothingness which flutters from your lover's mouth, a half-complete cigarette, diet coke which fizzles on your tongue, the rainbow sprinkles on your cupcake, the battered package you received in the mail the other day, the sound of wind escaping through a small gap in your window, the dampness in your hair, the chipped red varnish on your finger nails, your grandmother's musical box, ballet shoes you've had since you were five, the music playing on your car stereo, the flaky paint on your walls, the bubblegum stuck under desks, the tooth-fairy, your hands and the things you can make with them, the kisses you blow, the clothes you wear, 5am morning breath, your sensitive teeth, the tingly feeling you get when you get touched at certain parts of your body, the tangles in your lover's hair, sleepless nights, overdosing on painkillers, undeserved success and recognition, telling lies and not getting caught, blacking out from consuming too much alcohol, being desired by multiple parties, solving a mathematical problem, watching the people around you, watching the people fucking up around you, screaming out of your window in the middle of the night, flaming your lover's ex, make-up sex, smudged mascara, dishevelled hair and smeared lipstick, the coffee and bagel you digest on a daily basis, little children, silence, recyclable materials, trees, photosynthesis, grotwth, developlment...

No. Love is - you, I and a careless mixture of everything else we worry about. "

9 Ekim 2009 Cuma

Choosing a wife

Choosing a wife


A man wanted to get married. He was having trouble choosing among three likely candidates. He gives each woman a present of $5,000 and watches to see what they do with the money.

The first does a total makeover. She goes to a fancy beauty salon, gets her hair done, new makeup; buys several new outfits and dresses up very nicely for the man. She tells him that she has done this to be more attractive for him because she loves him so much.

The man was impressed.



The second goes shopping to buy the man gifts. She gets him a new set of golf clubs, some new gizmos for his computer, and some expensive clothes. As she presents these gifts, she tells him that she has spent all the money on him because she loves him so much.


Again, the man is impressed.



The third invests the money in the stock market She earns several times the $5,000. She gives him back his $5,000 and reinvests the remainder in a joint account. She tells him that she wants to save for their future because she loves him so much.



Obviously, the man was impressed.



The man thought for a long time about what each woman had done with the money he'd given her.



Then he married the one with the biggest tits.

Men are like that, you know.

moda felaketleri

allahım kış geliyo ve malesef UGG botlar gene ortaya çıkacak. HAYIRRRRRRRRRRRRR
yani tamam bişeyin moda diye giyilmesini anlamaya çalışıyorum ama herkesin ayağında ya da üstünde olan birşeyi edinmek için bu kadar para verilmesine, bu kadar hevesli olunmasını anlayamıyorum.

Nefret ettiğim moda akımları

- UGG botlar

Kısaca ÖĞĞĞKKKK geldi herkeste görmekten. hele de kızlar kısacık eteklerin altına, sıcakta çprapsız giymiyolar mı aaaaaaaaaaaaa



- Kırmızı Puma Ayakkabılar

bikaç sene önce kırmızı Puma manyaklığı çıkmıştı. itiraf ediyorum ilk birinde gördüğümde aaa ne hoş, orijinal diye düşünmüştüm ama arkadaşım 10 kişiden 9 unda aynı ayakkabıyı görünce alıp giyer miyim yaaaa



- Şalvar altı topuklu ayakkabı

ben zaten normalde şalvardan nefret ederim, yok pardon nefret ederim abartı oldu biraz. ama böyle altına doldurmuş gibi duran şalvarlardan ömrüm boyunca hoşlanmadım. bu yaz bir tane şalvar edindim ama bildiğiniz yere kadar uzun etek modunda, şalvar olduğu belli bile diil ve de çok rahat kabul ediyorum amaaaaaa büyük konuşarak şu yarım şalvarlardan ömrüm boyunca giymeyeceğime söz veriyorum :))) hele de bu şalvarların altına topuklu ayakkabı giyilmesi tüylerimin diken diken olmasına sebep oluyor. Seda sayan bu akımın Türkiye'deki öncülerinden, kendisinden de bu yaratmaya çalıştığı modadan da hoşlanmadım, hoşlanmıyorum.



- İkoncan ayakkabıları

Allahım bu kadınlardan da, kıyafetlerinden de, ayakkabılarından da sıkıntı bastı. bir de çıkıp biz aslında nitelikliyiz, bizi hiçbirşey yapmayan kadınlar gibi gösteriyolar diyorlar ya işte orda kan beynime sıçrıyor. yahu ne neiteliğiniz var koca parası yemekten başka allah aşkına. koca parası yiyip size özenen ufak ufak ikoncanlar yetiştirmeye çalışıyorsunuz. hepiniz modacı oldunuz başımıza. sizden de, sözde tarzınızdan da, saçma sapan demeçlerinizden de hoşlanmıyorum ama en çok da ayakkabılarınızdan nefret ediyorum. Komiksiniz ya Paçalı Tavuklar :))))



- Solaryum patlaması

tamam kabul ediyorum arada sırada ben de solaryuma giriyorum özellikle yazın bir düğüne vs açık elbise giymem gerekiyorsa ve ben süt beyazıysam :))) amaaaaaaaa dışarda lapa lapa kar yağarken suratımda tüp patlamış gibi bir renk de dolaşmak bana göre diil. biraz bronzluk kesinlikle herkese yakışan birşeydir ama turuncu olmak istemiyorum. siz de olmayın, cildinize yazık :)))



daha bi ton sıralayabilirim büyük ihtimalle ama ilk aklıma gelenler bunlar. şu caddede kızılay dağıtmış gibi tek tip yürümeye hevesli insanları anlayamıyorum gerçekten. ama demek ki bunun da toplumca kabul edilmek gibi bir getirisi mi var bilemedim :)))

herneyse ben içimi döktüm, gerisi size kalmış :)))

8 Ekim 2009 Perşembe

amazon.co.uk




ya hafta sonu şöyle nostaljik filmlerle romantik bişeyler yapiyim diyodum ama hala ve hala amazon.co.uk den ısmarladığım 3 adet muhteşem Audrey Hepburn filmlerim elime ulaşmadı :(( 1 ay oldu sipariş veridğim. hep en geç bir hafta içinde elimde olan filmler bu sefer kargo azizliğine uğradı.

üzgünümmmm

7 Ekim 2009 Çarşamba

Thomson Airways Safety Video

Sabah seyrettim, inanılmaz hoşuma gitti. Bu kadar senedir uçağa binerim ama açıkcası ilk defa anlatılanlara bu kadar dikkat ettim :))))

dost



şu facebook u bazen çok seviyorum, en azından sayesinde eski dostlarıma kavuştuğum zaman. dün akşam yaklaşık 12 senedir görmediğimiz bir dostumuzla buluştuk.12 sene dile kolay, ama işte gerçek dostluk kendini belli ediyor, buluştuğumuz ilk dakikadan itibaren hayatımızda kimsenin bilmediği bütün olayları birbirimize sıralamaya başladık. meğer ne çok şey tutmuşuz içimizde, etrafımıza anlatamadığımız.

evet etrafımızda bir sürü insan var, çok sevdiğimiz, yakın arkadaşımız olan insanlar var ama DOST dediğin sadece lafta kalan bi olgu diil. benim çok sevdiğim dostlarım var, kendimi bu konuda çok şanslı görüyorum, üstelik bu dostluklarımın en yenisi bile 7-8 senelik, diğerleri zaten 20 sene kadar oldu :))))

dost dediğin insan iyisinde kötüsünde yanında olur ama gerektiğinde sadece yanında olup seninle beraber susar, gerektiğinde senin susarken attığın sesiz çığlıklarına döktüğü gözyaşları ile ortak olur. gerektiğinde kendi acısını en derine gömüp senin acını ya da sevincini paylaşır. o seni suistimal etmez, senin de onu etmene izin vermez. doğrunda yanlışında kendi fikrini seninle paylaşır ama sonucu ne olursa olsun senin yanında, arkanda durur sana desteğini hiç bir zaman esirgemez.

bazen insan sadece birine sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamak ya da sıkıca sarılıp yüreğindeki mutluluğun ve sevginin paylaşılmasını ister, bunun için sana kollarını ve yüreğini bütün içtenliği ile sonsuzca açan birindan daha iyi dost olabilir mi :))) dostunla yıllarca görüşemesen de görüştüğünde sanki dün ayrılmış gibi hissedersin, hatta oturduğun masadan tuvalete gitmek için bile kalkmak zaman kaybı gibi gelir, öylece 5 saat oturup sohbet edebilirsin :))

işte biz dün gece aynen bunları yaşadık, eski günleri yad ettiğimiz kadar, şimid ve gelecek zaman için de umutlarımız paylaştık, bunların hepsini 3 saat gibi kısacık bir süreye sığdırdık gibi görünebilir ama biz bunları birbirimizin gözlerine tekrar baktığımız o 3 saniyede paylaşmıştık zaten. o andan itibaren biliyorduk ki hayat çok daha güzel ve yeni anlar yaratacaktı bize :)))

sizi seviyorum kızlar, iyi ki varsınız :)))))))

5 Ekim 2009 Pazartesi

Gracias a la vida - Thanks to life

Gracias a la vida

gracias a la vida, que me ha dado tanto.
me dio dos luceros, que cuando los abro,
perfecto distingo lo negro del blanco,
y en el alto cielo su fondo estrellado,
y en las multitudes el hombre que yo amo.

gracias a la vida, que me ha dado tanto.
me ha dado el oído que, en todo su ancho,
graba noche y día grillos y canarios
martillos, turbinas, ladridos, chubascos,
y la voz tan tierna de mi bien amado.

gracias a la vida, que me ha dado tanto,
me ha dado el sonido y el abecedario.
con él las palabras que pienso y declaro,
"madre,", "amigo," "hermano," y los alumbrando
la ruta del alma del que estoy amando.

gracias a la vida, que me ha dado tanto.
me ha dado la marcha de mis pies cansados.
con ellos anduve ciudades y charcos,
playas y desiertos, montañas y llanos,
y la casa tuya, tu calle y tu patio.

gracias a la vida que me ha dado tanto
me dio el corazón, que agita su marco.
cuando miro el fruto del cerebro humano,
cuando miro al bueno tan lejos del malo.
cuando miro el fondo de tus ojos claros.

gracias a la vida que me ha dado tanto.
me ha dado la risa, y me ha dado el llanto.
así yo distingo dicha de quebranto,
los dos materiales que forman mi canto,
y el canto de ustedes que es el mismo canto.

y el canto de todos que es mi propio canto.
gracias a la vida que me ha dado tanto.

Thanks to life

thanks to life which has given me so much,
it gave me two eyes that when i open them,
i can distinguish perfectly black from white,
and in the high heaven its starry background,
and in the multitudes the man i love.

thanks to life which has given me so much,
it's given me sound and the alphabet,
and with it the words that i think and declare,
mother, friend, brother, and burning light,
the route of the soul of the one i am loving.

thanks to life which has given me so much,
it's given me sound that in all its magnitude,
records night and day crickets and canaries,
hammers, turbines, dogs' barks, storms,
and the voice so tender of my good beloved.

thanks to life which has given me so much,
it's given me the steps of my tired feet,
with them i walked though cities and puddles,
beaches and deserts, mountains and plains,
and your house, your street, and your patio.

thanks to life which has given me so much,
it's given me laughter, it's given me tears,
thereby i distinguish good fortune from ruin,
`the two materials that make up my song,
and the song of all of you that is my own song.

thanks to life which has given me so much!

Mutlaka daha önce biryerlerde dinlediğim, kulağımın aşina olduğu bir şarkıydı ama "Cahil Periler"de ilk duyduğumda belki de filmin etkisiyle beni büyüleyen bir şarkı olmuştur. Ferzan Özpetek filmlerini her zaman sevdim. Konularının etkileyiciliğ, oyuncularının çok iyi olması gibi klasik konulara girmeyeceğim zira onun filmlerini sevenler bunları zaten biliyorlar. Ben filmlerinde kullandığı müziklerden her zaman kelimenin tam anlamıyla büyülendim. Malesef artık siyasal görüşlerinden dolayı onaylamadığım ve tepkili olduğum bir insan bile olsa Sezen Aksu'nun şarkılarının bile farklı bir anlam kazandığına inandırmıştır beni :))

Herneyse şarkının İspanyolcasını ve İngilizce çevirisini paylaşmak istedim bugün. Aslında ne kadar çok müteşekkir olmamız gereken şey var hayata dair, bunları en basit dille anlatan dörtlükler belki de :) ağlamak ve gülmek kardeştir dedi bugün bir arkadaşım, ne kadar doğru diye düşündüm bir anda. insanlar gülerken ağlayabiliyor, ya da ağlarken bir anda kahkahalara boğulabiliyor. Hayata teşekkürlerini sunup, ona basit dizeleri ile minnettarlığını belirten Şilili söz yazarının ise intihar etmiş olması ayrı bir ironi konusudur aslında.

Sonuçta hayat bir yandan bizden alırken, bir yandan da cömertce sunuyor, önemli olan bizden götürdüklerine üzülmek yerine, bize getirdiklerine kucağımızı açıp mümkün olan en iyi şekilde bunları değerlendirmek.

Bi sürü yazmışsın, akıl vermişsin ama sen bunların hangisini yapıyorsun derseniz mutlaka yapamıyorum ben de çok fazla. Ama genel olarak yaşadığım ve verdikleri için minettar olmaya çalışıyorum hayata beni üzse de.

Çok sevdiğim bir laf vardır "Tanrıyı güldürmek istiyorsanız, ona planlarınızdan bahsedin" diye. hayat o kadar büyük bir hızla geçiyor ve değişiyor ki 5 dakika önce düşündüğünüz bir şey 5 dakika sonra geçersiz olabiliyor.

Hayatı sevin ve mümkün olduğu kadar keyif almaya çalışın yaşadığınız her dakikadan. Malesef ne zaman biteceği belli olmuyor.

25 Eylül 2009 Cuma

MÜSAİT BİR YÜREK ACISINDA İNEBİLİRMİYİM

MÜSAİT BİR YÜREK ACISINDA İNEBİLİRMİYİM

Elveda..
Yol ayrımı çoktan gelmiş de..geçmiş bile..
İneceğim son durak gelmişte ben uyumuş kalmışım.Camın ardındaki renkli dünyalara daldım..
Kaçırdım ineceğim yeri..
Şimdi müsait bi yürek acısında indirirmisin beni..
Yolculuk çok güzeldi sağol..
Hiç ağlamadım (yalan..)
Merak etme ben buradan sonrasını biliyorum..Yürürüm evime kadar..
Ben bu yollardaki cam kırıklarını tanıyorum..
Ben o çizgileri takip ederim..
Sen sakın üzülme..

Müsait bir yürek acısında inebilir miyim..?
Gerçekten çok sıkıldım..
Gitmeye hiçbir zaman cesaret edemedim.Korktum..
Düşmekten,yalnız kalmaktan , saplantılı düşlerimden korktum..
Seni kaçıp sığınacağım, günahlarımdan af dileyeceğim mabet bildim..
Nedense tüm günahlarımıda seninle işledim…
Yalnızlığımdan..
Korkuyorum hemde daha fazla tüm korkularımdan..
Kandım..kandırıldım..
Üstelik sen kandırmak için de hiç çaba sarfetmedin ki…
Tüm suç benim..
Ben tüm yalnızlığımı hak ettim.Renkli gözlerinde renkli hayallere daldım..
Oysa ki senin bir suçun yoktu..
Ben kendi uydurduğum aşk masalına inanmıştım…

Müsait bir yürek acısında inebilir miyim..?
Keşke sevdim bir zamanlar seni ama bitti şimdi deseydin…
Keşke bu kadar değersiz görmeseydin önünde dağlar gibi duran yürekli sevgimi.
Gözyaşlarım içime akıyor..
Hiç bir merhem çare olmuyor yüreğimin acısına ..
Seninle de yalnızdım..ama bu yalnızlık zor geldi bana..
Tüm zorları başardım ya hayatta ..
Şizofren sevdam terk etmiyor içimden beni..
Dönüşü olmayacak bir yola girdim..
Zaten sevgimiz asla kesişmeyen paralel yollardı birbirine..
Ve biz hiç bir zaman kavuşamadık bize..
İstemiyorum artık renkli gözlerini..
Söylemeyeceğim artık sana en güzel aşk sözlerini..
Yalvarmayacağım bu sefer ardından…
Bıçak gibi kesildi sevda bağları..
Bu sefer dur demeyeceğim sana..
Bu sefer kapattım kapılarımı açmıyacağım sana….
Bu sefer yoksun gözümde..

Hadi şimdi indir beni müsait bir yerde…


ILHAN DAL

24 Eylül 2009 Perşembe

Sunscreen

This is one of my favorite songs. I read the lyrics time to time, to give me hope or ability to hang on :)))
Here is Sunscreen from Buz Luhrmann

Ladies and Gentlemen of the class of ’99
If I could offer you only one tip for the future, sunscreen would be
it. The long term benefits of sunscreen have been proved by
scientists whereas the rest of my advice has no basis more reliable
than my own meandering
experience…I will dispense this advice now. Enjoy the power and beauty of your youth; oh nevermind; you will not
understand the power and beauty of your youth until they have faded.
But trust me, in 20 years you’ll look back at photos of yourself and
recall in a way you can’t grasp now how much possibility lay before
you and how fabulous you really looked….You’re not as fat as you
imagine. Don’t worry about the future; or worry, but know that worrying is as
effective as trying to solve an algebra equation by chewing
bubblegum. The real troubles in your life are apt to be things that
never crossed your worried mind; the kind that blindside you at 4pm
on some idle Tuesday. Do one thing everyday that scares you Sing Don’t be reckless with other people’s hearts, don’t put up with
people who are reckless with yours. Floss Don’t waste your time on jealousy; sometimes you’re ahead, sometimes
you’re behind…the race is long, and in the end, it’s only with
yourself. Remember the compliments you receive, forget the insults; if you
succeed in doing this, tell me how. Keep your old love letters, throw away your old bank statements. Stretch Don’t feel guilty if you don’t know what you want to do with your
life…the most interesting people I know didn’t know at 22 what they
wanted to do with their lives, some of the most interesting 40 year
olds I know still don’t. Get plenty of calcium. Be kind to your knees, you’ll miss them when they’re gone. Maybe you’ll marry, maybe you won’t, maybe you’ll have children,maybe
you won’t, maybe you’ll divorce at 40, maybe you’ll dance the funky
chicken on your 75th wedding anniversary…what ever you do, don’t
congratulate yourself too much or berate yourself either – your
choices are half chance, so are everybody else’s. Enjoy your body,
use it every way you can…don’t be afraid of it, or what other people
think of it, it’s the greatest instrument you’ll ever
own.. Dance…even if you have nowhere to do it but in your own living room. Read the directions, even if you don’t follow them. Do NOT read beauty magazines, they will only make you feel ugly. Get to know your parents, you never know when they’ll be gone for
good. Be nice to your siblings; they are the best link to your past and the
people most likely to stick with you in the future. Understand that friends come and go,but for the precious few you
should hold on. Work hard to bridge the gaps in geography and
lifestyle because the older you get, the more you need the people you
knew when you were young. Live in New York City once, but leave before it makes you hard; live
in Northern California once, but leave before it makes you soft. Travel. Accept certain inalienable truths, prices will rise, politicians will
philander, you too will get old, and when you do you’ll fantasize
that when you were young prices were reasonable, politicians were
noble and children respected their elders. Respect your elders. Don’t expect anyone else to support you. Maybe you have a trust fund,
maybe you have a wealthy spouse; but you never know when either one
might run out. Don’t mess too much with your hair, or by the time you're 40, it will
look 85. Be careful whose advice you buy, but, be patient with those who
supply it. Advice is a form of nostalgia, dispensing it is a way of
fishing the past from the disposal, wiping it off, painting over the
ugly parts and recycling it for more than
it’s worth. But trust me on the sunscreen…

16 Eylül 2009 Çarşamba

nobody puts baby on the corner


dün sabah Patrick Swayze'nin ölüm haberini okuduğumda sanki ailemden birini kaybetmiş gibi hissettim. Michael Jackson'da da aynı tepkiyi vermiştim. Dün gece Dirt Dancing'i gene izledim, kötü oldum görünce

çok büyük hayranları diildim belki ikisinin de ama bizim dönemimizin bu kadar tanınan bilinen insanlarını keybediyor olmak kendimi kötü hissettirdi gerçekten. yaşlandığımızı hissettim.

Bizim yaşlarımızda olup da Dirty Dancing'i izlememiş olan yoktur sanırım. izleyip de onlar gibi dansetmeyi istemeyen da azdır diye tahmin ediyorum. benim dans filmlerine özel bir ilgim var evet, o yüzden film arşivimde geniş yer tutarlar ama Dirty Dancing özel bir yere sahiptir. Dans filmlerinin klasiklerindendir. Bir erkeğin hem muhteşem dans edebildiğinin, hem de dans ederken seksi olabildiğinin kanıtıdır bence :))) zira Patrick Swayze kesinlikle seksi bir erkek diildir, hatta yürüyüşü felakettir ama dans ederken muhteşemdir - bir de muhteşem kalçaları vardır, dar siyah kotunun içinde :))))

ya da Ghost'un zamanımızın en büyük klasiklerinden birisi olduğunu sanırım herkes kabul eder.
ben Kuzey ve Güney'i hatırlıyorum dizi olarak, tamam yarım yamalak hatırlıyorum ama olsun :))))

üzüldüm. Nasıl Michael Jackson'ın her klibini izlediğimde, her şarkısını duyduğumda yüzümde hüzünlü bir gülümseme oluşuyorsa, bundan sonra Patrick Swayze için de aynısı olacak.

Hayat devam ediyor, iyisiyle kötüsüyle biz de yaşamaya çalışıyoruz.

ahh annem ahh :)


evettttttttttt annemler yazlık sezonunu kapatıp, İstanbul'a teşrif etmiş bulunmaktalar. hoşgeldiler, sefa geldiler, sağsalim geldiler falan amaaaaa daha 1. dakkada başladık dırdıra :)))
yok efendim dolap doluymuş, neden buzluktakileri yememişim, şimdi getirdiklerini nereye koyacakmış, ne zamandır toz alınmamış, zaten herşeyi tek başına taşımış, yorulmuş vs vs vs

iyi de güzel annem, canım annem, ben de artık 30 yaşındayım ya, neyi ne kadar yiyeceğime, ne zaman temizlik yapacağıma, ne zaman evde olup ne zaman olmayacağıma karar verebiliyorum :))) bunu bi anlasan ne güzel bi hayatımız olucak ya.

ben mi dedim sana yazlıktan gelirken bir dolap dolusu yemek getir, yazın başında bi ev dolusu taşıdıklarını tekrar geri getir :))

hergün buzluktaki dolmayı yemek istemiyorum ben, 3 gün önce toz aldığım halde evdeki bütün camlar açık olduğu için tekrar oluşan tozun hesabını vermek istemiyorum :))

üffffffff anlaşılan gene zor bir kış beni bekliyor, acil eve çıkmam lazım galiba benim :)))))

annem benim, seviyorum seni :))))

14 Eylül 2009 Pazartesi

tasarlanan programlar

kış mevsimin en sevdiğim yanı tiyatro ve gezi sezonunun açılması. her ne kadar şehir tiyatrolarının ve devlet opera balesinin programı henüz açıklanmamış olsa da biraz araştırma yapıp yeni sezon için bazı alternatifler oluşturdum. şehir tiuyatoları ve devlet opera balesinin programlarını da 4gözle bekliyorum :))))


1- 11. Uluslararası İstanbul Bienali: "Denn wovon lebt der Mensch?" yani " İnsan ne için yaşar?"
gerçekten insan ne için yaşar? yıllarca cevabını aradığımız sorulardan biri değil midir bu, ben kendime sordum ama kesin bir cevap veremedim :)) Cumartesi günü Bienal'e gidip en azından bir ipucu bulmaya çalışacağım, öncesinde arkadaşlarla Karaköy Namlı'da kahvaltı etmeyi de atlamıycaz tabi :))))


2- Şeylerin şekli: Akbank Sanat Tiyatrosu

"Sanat yapın, tamam, ama asıl dünyayı değiştirmeye çalışın"

Böyle demişti sanat hocam. Ben de o günden beri neyi değiştirebilirim diye düşündüm ve buldum... Sanat adına ne kadar ileri gidilebilir? Sınırı nedir?

Ya aşk adına... Neler feda edilebilir?

Aşkın ve sanatın birlikte irdelendiği bu çarpıcı oyun, aynı üniversitede okuyan iki çiftin karmaşık ilişkilierini gözler önüne seriyor.

Aşk adına neleri feda edebilirsiniz? ben şimdiye kadar aşk adına herhangi birşey feda etmek zorunda kalmadım, hayatımda bu kadar tutluku yaşanan aşklar olmadı, belki de ben izin vermedim tukunun ve aşkın beni esir alıp gözümü kör etmesine. herneyse oyuna gidip görücez bakalım neler olabilirmiş :))))

25 - 26 Eylül Taksim Akbank Sanat: 12 TL

3- Peter pan Müzikali: Kuruçeşme Arena

Tamam bu birçoğunuzun ilgisini çekmeyebilir ama benim sevgili yeğenim bayılacaktır diye tahmin ediyorum. ayrıca açıkcası yaşı kaç olursa olsun herkesin bir kere Peter Pan oyunu ya da gösterisi seyretmesi gerekli diye düşünüyorum :))) içinizdeki çocuğa selamlar :))

Turkcell Kuruçeşme Arena: 4 Ekim: 60 TL

4- Muhabir: Garajİstanbul

... bellek tazelemek, hatırlamak, araştırmak, kazımak, sorgulamak, yüzleşmek, karşılaşmak, karşılaştırmak, hikaye anlatmak ...

" Muhabir" adını verdiğimiz bu yeni yolculukta, muhabirliği deneyimlemiş olan oyuncu Memet Ali Alabora ile kendi kimliği ve bedeni üzerinde bir yolculuğa çıkarken, onun tanıklık ettiği, kendini ilişkilendirdiği ya da içinde olduğu olaylar üzerinden bellek tazelemeyi, yakın tarihimize bakmayı, bunları dünyada eş zamanlı olarak yaşanan olaylarla ilişkilendirmeyi, kişisel olan üzerinden derinleşerek toplumsal olanı hatırlamayı hedefliyoruz. Bakın 19, muhabir... oyuncu... oyuncu muhabir. Boynundaki fotoğraf makinası onun değil, oraya giderken verdiler. Savaş muhabiri resmini tamamlamak için. Yelek gerçek muhabir yeleği değil. Bu gördükleriniz, gerçek...

Garajİstanbul: 3 Ekim - 14 Ekim 25 TL

4- Bayrak: Garajİstanbul

Berkun Oya'nın yazıp yönettiği aile ilişkilerini, çıkmazları anlatan bir oyun.

Geçen sene de sahnelendi Garajİstanbul'da. gidememiştim, bu sene niyetim var :)))) Berkun Oya'nın anlatımı yer yer sinir bozucu derecede gerçek olsa da insanı çok etkileyen bir yapısı var. "İyi Seneler Londra" filmini seyrederken yaşadığım sinir bozukluğunu unutamıyorum ama gene de filmin sonuna kadar dayandım, inanılmaz sinir bozucu ve bir o kadar da değişik ve entresan olduğunu düşünüyorum. diğer iki filmi de kesinlikle seyredeceğim. Oyunun da çok başarılı olduğunu söylüyorlar.

4 Aralık - 7 Aralık: Garajİstanbul


5- Bomba: Garajİstanbul

Berkun Oya'nın yeni oyunu olduğu yazıyor Garajİstanbul'un sayfasında ama malesef başka bir detay yok. Gösterim zamanı belli olur yakında sanırım, o zaman paylaşırım tekrar :)))


6- Tango Gecesi: Studio Live A+

Gösteri eşliğinde sanırım bizim de dansetme şansımız olucak. Sadece gösteri için gidiyorum ben ama keşke bir partnerim olsaydı da dansetmeyi de bilseydik :))))

15 Eylül - 29 Eylül: Studio Live A+: 10 TL

7- Dobrinja'da Düğün: CKM - Tiyatro Pera

Oyunda olaylar 1993’te, Yugoslavya İç Savaşı’nın ikinci yılında geçer. Dobrinja, Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’nın bir mahallesidir. Saraybosna Sırp kuşatması altındadır. Müslüman Boşnaklar yaşam mücadelesi vermektedir. Kentte iki günlük ateşkes ilan edilmiştir. Yıkıntılar arasında yan yana iki evde yaşayan iki aile, evin yıkılmakta kurtulmuş küçük bahçesinde, gece bir düğün yapacaklardır. Düğün, kendi yaptıkları canlı müzikle, dansla, yoksunluk içinde hazırlanmış bir sofrayla kutlanır. Hazırlıklarla geçen sabah, öğleden sonra ve düğünle sonlanan akşam; savaşın içinde bir günün trilogyasını oluşturur. Bu zaman kesitinde, savaşta yaşanan acılar, ölümler, kırık hayatlar, kayıp aşklar ve savaşla yitirilen insani değerler sorgulanır.

Bu insanların savaşa rağmen müzikle, dansla buluşturdukları umutları, tutkuları, direnişleri, varoluşlarının tek dayanağıdır artık.

18 Ekim - 16:00: CKM: 25 TL

23-24-25 Ekim: Tiyatro Pera: 25 TL



8- Venedik Taciri: Tiyatro Pera

Oyun, önemli bir ticaret merkezi olan İtalya’nın Venedik kentinde gelişir. Oyuna adını veren, yüksek burjuva Antonio, deniz aşırı ticaret yapmaktadır. Antonio’nun yakın dostu Bassanio ise burjuva dünyasının ihtişamı içinde tüm servetini savrukça yitirmiştir. Bassanio, Belmont’ta zengin bir kadın olan Portia ile evlenebilmek için Antonio’dan borç para ister. Antonio bütün parasını gemilere yatırdığından dostu için para taciri Musevi Shylock’tan faiziyle borç para ister. Shylock piyasada kazancına engel olan ve kendisini her fırsatta aşağılayan Antonio’ya borç para vermeyi ilginç bir koşul öne sürerek kabul eder. Shylock paranın vadesi karşılığında faiz yerine Antonio’nun vücudundan kalbine yakın bir yerden yarım kilo et ister. Antonio ise gemilerinden kazanacağı paraya güvendiği için bu ölümcül senete imza atmayı kabul eder. Anlaşma sonunda parayı alan Bassanio, Belmont’a gider. Portia, babasının vasiyeti gereği altın, gümüş, kurşun kutulardan birini seçerek kendi resmini bulan talipli ile evlenecektir. Resmi bulan Bassanio, Portia ile evlenir. Antonio gemileri battığı için Shylock’a borcunu ödeyemez. Shylock ise Musevi kimliği ve varoluşunu aşağılayan Antonio’dan intikam alabilmek için fırsatı değerlendirip Venedik mahkemesine başvurur. Venedik’ten gelen bu haber üzerine Bassanio arkadaşlarıyla Venedik’e gider.
Para ticareti yapan Yahudi Syhlock ile Hıristiyan tacir Antonio, Venedik yasalarına göre hesaplaşacaklardır.

Klasik bir Shakespeare oyununu seyretmenin keyfine varın :)))

30 Kasım - 11 Aralık: Tiyatro Pera: 25 TL



9- Henüz bu sene de oynanıp oynanmayacağını bilemediğim "Gagarin Sokağı". Konu hakkında bilgilenince haber vereceğim. Geene geçen sene kaçırıp üzüldüğüm bir oyundu.



10- Ayrıca henüz "Dot" tiyatrosunun programı açıklanmamış, onu bekliyorum.



11- Tiyatro Kedi'nin klasik ve güzel oyunları var ama açıkcası ben biraz pahalı diye gitmiyorum. belki bu sene bir iki tanesine para ayırma şansım olur :))))









11 Eylül 2009 Cuma

yaz sonu önerileri




malesef yaz bitti :((((( nasıl başladığını bile anlayamadığım, çok kısa gelen bir yaz yaşadım. yaşlarımız ilerlemeye başladıkça mevsimler mi kısalıyor acaba? son 5 senedir yıllar bana kısalıyor gibi gelmeye başladı. sanki 6 ayda bir yılbaşı kutluyoruz :))) işin şakası tabi ama gerçekten iş hayatı, sorumluluklar falan derken gittikçe daralan bir çember içinde yaşamaya başladığımı ve hayatın çok hızlı şekilde elimden kayıp gittiğini hissediyorum.
herneyse bu tamamen başka bir yazı konusu olabilir. bugün sadece gelmesini umduğumuz pastırma sıcakları ve güneş ile yapılabilecek aktiviteler konusunda öneri de bulunucam :))
1- dün akşam yapılması planlanan ama malesef yağmurdan dolayı 17'sine ertelenen "Haydarpaşa garı merdivenlerindeki Tuluyhan Uğurlu" konserine gitmek. umarım yağmursuz bir hava olur da serin bile olsa montlarımıza sarılıp haydarpaşanın büyülü ortamında, deniz in üstünde, piyanonun tınısında kaybolup başka dünyalara gitme şansı buluruz.


2- yaza veda partisi verip son kez arkadaşlarla açıkhava da güzelce eğlenmek. geçen hafta sonu gittiğimiz "Hawaii" temalı parti gibi bir gece olabilir. gerçi ben de dahil sadece 3-5 kişinin temaya uyduğunu gördük ama olsun, gene de aksesuarlar ve ortam Hawaii keyfi yaşattı sayılır :)))


3- güneş in iliklerimizi ısıtacağı bir günde çimlerin üzerinde minderlere yayılıp son bir piknik keyfine ne dersiniz :))) hayatım boyunca yumurtalı, salatalık-domatesli ilkokul pikniklerinden nefret etmişimdir. ama sucuk ekmek ve şarabın dahil olduğu, minderlerin üstünde keyif çatıp güneşin kollarına kendinizi bıraktığınız, akşamına ufak bir çakırkeyiflik ve güneşten dolayı oluşan kızarıklık yaşadığınız birkaç saate kesinlikle hayır demem. yazı bitirmenin güzel bir yolu değil mi sizce de :))))
4- kışın en vazgeçemediğimiz aktivitesi olan sinemayı son kez açıkhava da yaşayın. mümkünse bir şezlonga uzanıp, kalın polar battaniyenizin altına girin ve yıldızların altında izleyeceğiniz - mesela bir romantik komedi- filmin keyfini çıkarın.

5- mümkünse sakin yağan bir yaz yağmurunun altında yürüyüş yapın hatta gene mümkünse yanınızda bir sevdiğinizle bu anı paylaşın, sevgiliniz, dostunuz, aileniz vs...

aklınıza gelecek daha binlerce fikir olabilir ya da hiçbir fikir olmayabilir. gene de yazın bittiğini ve önümüzde soğuk bile olsa güzel şeyler getireceğiniz umduğumuz bir kış mevsimin olduğunu biliyoruz. genelde insanlar kışın biraz daha depresyon eğilimlisi oluyorlar, şahsen ben güneşi göremeyince biraz depresif oluyorum sanırım :))) ama kar yağdığı zaman da dışarda olup yürümeye, ya da kartopu oynamaya hala bayılıyorum :))))



MUTLU KIŞLAR :))))))))))))

17 Ağustos 2009 Pazartesi

yavru ve katip :)))

- yavrum evde mi kaldık sence biz?
- ahahahahaha sana noluyo yahu, sen daha küçüksün :))) ama biz kaldık kuzu ile sanırım :)))
- ne alakası var ya aramızda zaten 2-3 yaş var kızım :))))
- eeee o zaman hep beraber kaldık diyelim :)))
- diyorum ki sen, ben bi de kuzu aynı eve yerleşelim, nasılsa bu gidişle 70 yaşında bile birbirimize kalıcaz, en azından şimdiden alışırız.
- heeeee olur valla zaten facebook sağolsun bağ bahçe bakmayı da öğrendik :)))
- evet ya kuzu da kıyafetleri diker, sen yemek ev işini halledersin, artık bahçeye de ben bakarım.
- bak bu fikri çok sevicek kuzu
- hatta organik çuvallardan elbise yapar bize, bi örnek dolanırız :)))))))))
- yavrum gözümün önüne getirdim de koptummmmmmm burda :)))
- olucağına bak yavru ne gülüyosun :))) şu benim ex'i de çağırırız arada bahçeye bakar, avlanır, tesisat işini falan halleder.
- hııııı zaten başka bi işe yaramaz sanırım :)
- yarar da şimdi burda söyleyemiyorum :)))
- ahahahaha süpersin yavru ne diim :)))))
- bu arada ben sana bahsemiş miydim lise de bi ara yazıştığım bi çocuk eklemiş beni facebook tan. adam çok çirkin tam benim kalemim :))))
- dur tahmin ediyim. esmer, çirkin :)))
- evet tam benim tipim diil mi :)))))
- ahahahah yok kızım sen adam olmazsın :))
- olmam tabi ama senin de şu son olaylarınının, cilveleşmelerinin devamını bekliyorum.
- bu ara herkeste bi hareketlenme var, kuzu da da var bişeyler. birazdan gelicek onun da ifadesini alıcam.
- al al, bizi o çuvallar içinde bile beğenicek adamlar bunlar mı diil mi öğrenmemiz lazım en kısa zamanda :))))))))
- aman yavru gene manyakça bi telefon konuşması yaptık, dinleyenler çok eğlenmiş sanırım.
- ii hadi kapat, ben daha çalışıcam :))
- ii çalış ben de dvd lerime döniyim :)))

HAYATI ISKALAMA LÜKSÜN YOK SENİN !

Nazım Hikmet'in çok sevdiğim bir yazısı vardır. Biraz önce tekrar okudum da yine pek hoşuma gitti, paylaşmak istedim.

HAYATI ISKALAMA LÜKSÜN YOK SENİN !

Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına
inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat
olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve
yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme
yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.

Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya
hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı
neden beyaz değil?" diye bir soruyla bile
karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin.
Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her
zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi
halin cezanda indirim sağlamaz.


Sen, "Ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu
yapmadın" diye cevap verecektir. Ve ne söylesen
karşılığında mutlaka başka bir iddiayla
karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması
gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın,
güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın.
"Peki o ne yaptı" deme. Herkes kendinden sorumludur
aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine
engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik
yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak
için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için?
Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o
lüksü sonuna kadar yaşasın.


Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. "Acılara tutunarak"
yaşamayı Öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani,
yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu
hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... Epeydir
eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurken
de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin
sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif
verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın yanında.
Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de
cabası....


Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun
asolan yürektir.Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip
de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın
sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter
ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda
duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o
zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler
değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...

NAZIM HİKMET RAN

Bir aşk için yapabildiğin herşeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen yalnızsan için rahat olsun, o zaten gitmeyi kafasına koymuştur, sen ne yaparsan yap ona yetmiyecektir diyor. ve de ne kadar doğru söylüyor
Elinizden geleni yaparsınız onu mutlu etmek için kalmasını sağlamak için ama gitme fikri aklına bir kere girmişse eninde sonunda gider, belki o an diil, ama fırsat bulduğu ilk anda gider, bu gidiş ne kadar uzun sürerse sizi o kadar derinden yaralar.
Yaptığınız hiçbirşey, yaşattığınız hiçbir duygu yeterli olmaz onun için çünkü sevgi, ilgi arsızı olmuştur zaten. "nolucak gideri, 3-5 gün etrafta takılırım dönerim, nasılsa geri alır beni" diye düşünür. Kimbilir belki de haklıdır. Çünkü siz ona değer verdiğinizden onu geri kabul edersiniz her seferinde sorgusuz, sualsiz, koşulsuz.
Ama son gidişinde farkedersiniz, herşey için sizin çaba gösterdiğinizi, onun maceralar yaşayıp dinlenmek için sizi huzurlu sularınıza sığındığını. İşte bunu farkettiğiniz an zaten gözünüz açılır, "bundan sonra dersiniz, gelse de almam" ve belki de ilk seferinde olmasa da 2. de onu reddetmeyi başarırsınız.
Çok üzülürsünüz, çok ağlarsınız, yeri gelir en yakınlarınızla paylaşırsınız acınizi yeri gelir herşeyi içinizde yaşarsınız ama eninde sonunda bir üzülme evresini tamamlarsınız, bir kabullenme yaşarsınız. Farkedersiniz ki siz ondan önce de vardınız, ondan sonra da var olucaksınız, hatta belki de daha güçlü, daha huzurlu, daha sağlıklı, daha neşeli. Hatta yeniden aşık olacaksınzı hem de daha büyük bir aşkla :))))
Demem o ki, yaşamınızı tek bir kişi üzerine kurmayın, tabi ki sevin, aşık olun, sevişin, yaşayın ama kendinizi onun içinde kaybetmeyin, kendinizi her zaman sevin, saygı duyun. Unutmayın karşınızdaki insan size, sizin kendinize gösterdiğiniz kadar saygı gösterecektir.

13 Ağustos 2009 Perşembe

kuzu ile yapılan olağan konuşmalar - 1

3-4 ayda bir yapılan olağan konuşmalardan birisi. özellikle evden biri ile kavga edilmişse, ya da bi önceki gece geç gelindi diye evde yapılan surat çekildiyse daha da ateşli olabilir konuşmalar :)))

mekan genellikle kuzunun işyeri olur, yazsa ağaçların altına gölgeye konmuş sandalyelerde bir bardak çay ve bir paket sigara eşliğinde, kışsa kapı önünde bi bardak çay ve bir sigara eşliğinde :)))

- kuzum artık karar vedim, kendi evime çıkıcam bu iş böyle gitmez
- kuzum iyi söylüyosun, hoş söylüyosun da sadece karar vermekle olmuyo biliyosun. şimdi bi bakalım. öncelikle maddi durum için bi düşünelim. ev kirası şu kadar, üstüne yol su elektrik olarak her ay düzenli gelen fatura toplamı da bu kadar olsun.
- yuh çok yazdın kuzu ya. o kadar harcamam, zaten bütün gün işteyim, akşamları bikaç saat elektrik harcama durumu olacak. kombili yer bakarım, onu da abartı açmam, kazakla otururum kışın ne var :))))
- peki kısalım faturaları, anlaşıldı yoksa sen susmayacaksın :))))
- dalga geçme kızım beeeeeee
- tamam tamam devam ediyorum, eve harcanacak paraya geldik şimdi, öncelikle klasik gıda parası...
- yuhhhh
- eeee öyle tabi kızım, sanki hiç alışveriş yapmıyosun
- evet ya ama bu kadar büyüğünü hep annemler yapıyo ya ben arada yaptığım ufak şeylerden dolayı çözemedim olayı :((
- bak daha işin içine temizlik, hijyen, bilumum kız meselesi malzemeleri, makyaj, kuaför, içki falan koymadım
- eeeeeeee sen de direk olumsuz bakıyosun yavru kuşum ya, bu yalnız yaşayan insanlar nası yaşıyo peki???? zaten gece çıktığımızda bi ton para harcıyoruz. bi süre evde takılırız nolucak????
- olur evdeki içki masrafını yazalım o zaman, abur cubur, cips, kuruyemiş falan :)))
- yaaz anasını satim onu da yaz, zaten battık bakalım nolucaz :)))
- tamam buyur
- bu ne beeeeeeeee??? bütün barı mı alıyorum, gelirken içkisini getirsin canım herkes. bi enayi ben miyim :PPP
- heeeeee buna tabi bi de senin vazgeçilmezlerin eklenicek cicim :))
- neymiş onlar be?
- Digiturk, dvd player, her ay aldığın bi ton film, kitap, dergi
- ha.....r evet ya haklısın valla
- kuzum bence sen bu ayrı eve çıkma işini yılbaşında zamdan sonra düşün, şimdi niye rahatını bozuyosun ki :))))
- ehehehehe daha parlak bi fikir buliyim, mesela bi ev arkadaşı :)))))))) (gözler manalı şekilde kırpıştırılır)
- hadi bakalımmmmm döndü dolandı bana patladı gene di mi :))))))
- aşkolsun kuzu şimdi sen benle beraber yaşamayı sana patlayan bişey olarak mı düşünüyosun :)))
- yok yahu öyle demedim valla :))
- ahaahahahahahaha
- aman şapşalsın kızım sen ya :)) aslında eğlenceli olabilir ya beraber yaşamak. hem nasılsa 70 yaşına gelince aynı evde bir dişi paylaşmak gibi hayallerimiz var ne de olsa :))))
- evet işte o yüzden diyorum 70'e gelene kadar beklemiyelim :))))))))
- tamam o zaman, hemen girelim sahibinden.com'a bi araştıralım kira fiyatlarını.
- tamam o zaman şu sigara bitsin girelim hemen bakalım.
- bu arada lafa daldık dün gece neler olduğunu anlatmadın hala bana. kaynatma merak ediyorum :)))
- aaaaaaa doğru :))) kaynatır mıyım yahu, ne bombalar var anlatılacak :))) şimdi başlıyorum. akşam ben giyindim, süslendim çıktım ...................................................................................

şeklinde başlayıp üzerinde binlerce yorumun yapılacağı, bu arada kuzunun işi çıkması sebebiyle devamlı bölündüğü için normalden bikaç saat daha uzun sürecek bir istişare toplantısı yapılır.

- yaaaa böyle işte kuzum. sonuçta gene bişey belli diil
- aman yaaaaaaaa bu sefer olur diyodum ben de, ama sıkıldım ya belirsizlikten.
- neyse kuzu ben kalkiyim, şimdi eve gidip bizimkilerin gönlünü aliyim, sonra içime dert oluyo :)))
- tabi yavrum aynı evde yüzyüze bakıyosunuz, olmaz öyle küslük falan :)) git biraz şımar anneciğine :))))))
- evet zaten anlaşıldı ki bizim bu ayrı eve çıkma hayali şimdilik de sadece hayal :)))
- ütopya o ütopya :)))))))))

bi filmden sonra gelinen nokta

dün akşam "the proposal" filmini seyrettik. tipik romantik komedi olduğunu bile bile gittik. başrolde Ryan Reynolds'un oynuyor olması benim için bonus bir durumdu tabi ki. özellikle t-shirt'ünü çıkartıp o muhteşem karın kaslarını izleyici ile paylaştığı bölümün filmin en favorim olan kısmı olduğunu belirtmeliyim :))))
herneyse filmin konusu tipik aslında. çok çalışan, hırslı, duygusuz görünen bir kadın ve kadının kölesi gibi davrandığı bir asistan. kadının sınır dışı edilmesi gibi bir durum söz konusu olunca evlenmek üzere bir "iş anlaşması" yapıyorlar, tabi ki sonunda beraber 3 gün geçirip aşık oluyorlar ve gerçekten evlenmeye karar veriyorlar falan filan. eeeee tabi araya da çılgın aileler, eski sevgililer, işgüzar sosyal görevlilerin de serpiştirilmesiyle seyredilebilecek bir romantik komedi olmuş.

neyse asıl konuya geliyorum bu kadar girizgahtan sonra. bir insan diğerine 3 günde aşık olup evlenmeyi düşünebilir mi? niye her seferinde bu romantik komedi filmlerin gazına gelip hayatımıza giren adamların bize 3 gün içinde aşık olmasını bekliyoruz acaba :)))))))

olmuyor işte kızlar olmuyor, ne demişler " yalan dostum, aşk diye bir şey yok". ben aşka olan bütün inancımı kaybettim, hem kendi yaşadıklarımdan hem de etrafımda birbirine aşık olduğunu söyleyen insanların yaşadıklarından.

adam ve kadın birbirlerine çok aşıklar, ölüp bitiyorlar ama ellerine geçen ilk fırsatta birbirlerinin gözünü oymaktan ya da birbirlerini aldatmaktan çekinmiyorlar. eeeeeeee hani aşk, hani sevgi saygı, hani bağlılık, noldu????
bi de bu kavramlara yani saygı, bağlılık, hayatı ğaylaşma gibi kavramlara burun kıvırıyorlar:

- aman klişe abi bu laflar,
- kaçıncı yüzyıldayız artık bağlılık mı kaldı
-ben özgürüm istediğimi yaparım. bir kadın/erkeğe bağlanmak ne kadar banel.

sensin banel ya :)))))) seyrediyosunuz "sex and the city", "ally mcbeal", "beverly hills 90210" gibi dizileri ondan sonra ben de özgürüm ben de önüme gelene yazarım, istediğim gibi takılırım diyosunuz. hadi beeee. hayatta başarılar o zaman size :)))))))
bu bahsettiğim dizileri ya da filmleri ben de seyrediyorum, gayet de eğleniyorum seyrederken ama hayatımın bir parçası haline getirmiyorum ya da kendimi o tarz yaşamak zorunda hissetmiyorum sonuçta olmaz zaten, eğreti durur üstümde aynen sizin üstünüzde durduğu gibi.

bir arkadaşım vardı üniversitedeyken. aşık olduğu bir erkek arkadaşı vardı, beraber bir gelecek planlıyorlardı falan filan. sonra çocuk daha iyi bir geleceklaeri olsun diye amerika ya master a gitti. altı üstü 2 sene yani temelli olan bir ayrılık diil.

kızın başka bir adamdan hoşlanmaya başlaması için sadece 2 ay gibi bir süre geçmesi yetti. yani hoşlanabilirsin olabilir ama erkek arkadaşın varken sokma adamı hayatına, frenle kendini di mi? çok istiyosan ayrıl öbür çocuktan bunla beraber ol, ne bilim en azından bence öyle.

ama yok frenlemeyi bir kenara bırak kız gayet düzenli bir ilişki içine girdi 2. çocukla. 1,5 sene güzel takıldılar, yediler, içtiler, gezdiler, seviştiler. o çocuğa da aşık oldu.

ama sonunda diğer çocuk amerikadan gelince 2. adamı bıraktı gitti esas oğlan ile evlendi, hiçbirşey olmamış gibi hayatına devam ediyor bildiğim kadarıyla.

ya ne bilim ya şimdi bunu gördükten sonra aşk var diyebilir misiniz????? bu en basit örnek ama çok görüyorum etrafımda bunun gibi şeyler, sonra da tabi ki aşk diye bişeye inanasım gelmiyor.

birine aşıksan gözün ondan başkasını görmez, her zaman yanında olsun istersin, telefonda arayanın o olduğunu gördüğün zaman bile nefesin kesilir 3 saniyeliğine. canının sıkkın olduğunu anladığın zaman gidip sıkıca sarılmak, ona bütün gücünle ben yanındayım, her zaman yanında olacağım demek istersin. üzerinde leş bir t-shirt, yırtık bir eşofman, suratında bir karış sakal olduğu zaman bile sana dünyanın en yakışıklı erkeği gibi gelir. normalde başkası yapsa dayanamayacağın hareketler bile ondan geldiğinde normal hissedersin.

bir süre sonra bunların yanında bir de mantığını devreye sokup o insanla bunu paylaşabiliyorsan budur işte dersin. bu insan "o" dur. bu insan benim aşık olduğumdur, hayatımın anlamı, düşlerimin gerçekleşmesi, beni tamamlayandır.

ben böyle bir ilişkiyi, böyle bir insanı aramaktan uzun zaman önce vazgeçtim. ama umarım siz bulmuşsunuzdur ya da bulursunuz. eğer yanınızdaki insanın "O" olduğuna inanıyorsanız, sizi selamlıyorum dostlarım ve sakın diyorum ama sakın bırakmayın birbirinizi :)))))))